Bazı duygular gerçekten dünyayı tek bir renge boyayabiliyor, araba kaydığında hissedilen dehşet ya da âşık olmanın getirdiği öfori mesela. Bazı duygularıysa, bulutlar gibi, yakalaması epey zor..
size yapılan haksızlığa dair içinizdeki kızgınlığın nerede bittiğini ve kendinize karşı duyduğunuz soğuk ve yapışkan nefretin nerede başladığını anlamak zor olabiliyor..
bana kalırsa duygulara öncelikle ve esas olarak birer biyolojik gerçekmiş gibi yaklaşmak bir duygunun gerçekte ne olduğunun yanlış anlaşılmasına yol açıyor.
Yukarı bakın. Bulutlara. Rüzgârsız gökyüzünde gri ve ciddiler mi? Yoksa hafif bir esintide tutamlar halinde kaygısızca dalgalanıyorlar mı? Alaca kırmızı günbatımına bulanmış ufuk arzuyla dolup öfkelenmiş mi?
Sadece dar ve kapalı alanlar değil, bazı İlişkiler ve toplumsal durumlar da aynı sıkışmışlık ve panik hissini yaratıp içimizde bir nefes alma ihtiyacı doğurabiliyorlar. Kaçmak istediğiniz ama yüzünüzde yapay bir gülümsemeyle kaldığınız bir ofis partisi.
Arkadaşlığınızın bittiği bir kişiyle yediğiniz, aksayan sohbetin kırgınlıklarla dolu olduğu bir öğle yemeği.
Hediyeler, yardım ve hatta aşk bile bizi boğabiliyor.
Başkalarının beklentileri üzerimize çökünce ve biz bundan hoşlanmak veya müteşekkir kalmak ya da aynı tepkiyi göstermek durumundaysak boğulduğumuzu hissediyoruz ve gerçekten kaçmak için bir yerleri tırmalamaya başlıyoruz.