Bu "yangeldimcilik" sözünü ben uydurdum. Biraz uzun olmasa güzel sayılır. Eh, o kadarı da kadı kızında bile bulunurmuş. Yangeldimcilik, yapılacak işleri, sonra yaparım diye olduğu yerde bırakıp yatmak demek. Acelesi yok demek. Sen orada öyle yan gelip yatarken zamanın akıp çıkıp gitmesi, işlerin üst üste yığılması, birikmesi demek. Büyükler, "Bugünün işini yarına bırakma!" demişler ama bütün öğütleri sevimsiz bulduğumuz için, biz buna da boşverip yangelmişiz.
Romanı var yangeldimciliğin, Müthiş bir roman! Horlayıp bir "köşeye" attığımız eski bakanlardan Hasan Ali Yücel'in "sevab"ı olarak, Milli Eğitim'in klasik yayınları arasında durmaktadır. Adı: Oblomav. İyi bir çevirisi vardır. Ben yıllar önce okudum. Okudum bıraktım, fakat o beni bırakmadı. Zaman ne kadar geçse, ben ne kadar yer değiştirsem, ondan kurtulamıyorum, elleri yakamda
Bir garip âdem bu Oblomov. Hamlet gibi, Harpagon gibi, Don Kişot gibi, dünya edebiyatının soluk alıp veren bir tipi. Soluk alıp veren bir tip ama, uyuşuk mu uyuşuk, mıymıntı mı mıymıntı! Varlığı yokluğu bir. Olsa da olur, olmasa da... En sevdiği şey uyumak. Ne kadar uyursa uyusun, dokunmaz ona. Sabah olur, uyanamaz. Uyanır, kalkamaz. Yatakta gerneşir durur. Esner. "Yapacağım işleri düşüneyim..." der, bir parça düşünür bırakır. Tavandaki lekelere dalar. En sevdiği kahvaltısını getirirler, yatakta yapar. Başucunda bir masası vardır. Üstünde lambası. Lambasını akşamdan söndürmeden uyumuştur. "Birazdan söndüreyim" demiştir ama unutuvermiştir.