Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Eğerden Meğere: Ütopya Karşısında Türk Edebiyatı

Ayhan Yalçınkaya

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Marx ve Engels’in ütopyacılara yönelttikleri eleştirel argümanın temel motiflerinden biri, bunların gelişmemiş kapitalizmin gelişmemiş teorilerini ve çözümlemelerini içerdikleri ya da onlara yaslandıklarıdır. Bu bağlamda gelişmemiş olanın ütopyada fiili olarak düşünülmesi, ütopyanın temel açmazıdır. (...) Bu anlamda, her ütopya gelişmemiş bir toplumsal varoluşun, gelişmemiş çözümlemesine yaslanmak zorundadır. Dolayısıyla da potansiyel olan, fiili hale dönüştükçe, ütopyanın başlangıçtaki haşmetini yitirdiği ve cılızlığının ortaya çıktığı görülür ki bu aynı zamanda yeni bir ütopya çağının da başlangıcına işaret eder. (…) Bu açıdan Marx ve Engels ütopyaların toplumsal işlevini son derece doğru biçimde kavramışlar ama asla bir ütopyaya bel bağlamamışlardır. Klasik Marksizmin bir bu bağlamda ütopyacı tutumu bir tür Siyasal küfür olarak algıladığı da saptaması bir doğruyu ifade etmekle birlikte yetersizdir. Yetersizdir çünkü Marksizmin kendi içinde belirli bir ütopik eğilimi barındırdığını ihmal eder.
Ütopyacılar, düş kurmakla birlikte düşçü değildirler. Aksine, bütün güçleri gerçekçi olmalarına ve içinde yaşadıkları toplumun gerçekçi bir çözümlemesine bağlıdır. Ancak, hiçbir zaman gerçekçi bir çözümleme, aynı zamanda doğru bir çözümleme anlamına gelmez. Örneğin, toplumdaki ahlaksal çözülmeyi yoksulluğa bağlayan bir çözümleme gerçekçi olmakla birlikte, tek başına doğru olarak da nitelenemez. Bunu doğru olarak kabul ettiğimizde, yoksul olmayan kesimlerin içinde bulunduğu ahlaksal çözümlemeyi açıklayamayız. Dolayısıyla, ütopyacılar son derece gerçekçi ve hatta içinde yaşadıkları topluma ilişkin yıkıcı gözlem ve çözümlemelerde bulunmuşlar, ancak bu çözümlemelerinde toplumsal dinamikleri ve temel toplumsal etkenleri yeterince derinliğine ve kuşatıcı bir biçimde kavramadıklarından, şu ya da bu etkeni tek başına mutlaklaştırma yolunu seçerek, bu temele dayanan modeller geliştirmeye çalışmışlardır. Ütopyacılar reformcu bir nitelik göstermekten çok devrimci, hatta yıkıcı bir özellik gösterirler. Ancak, bu nitelikleri, yalnızca ütopya ülkesinin gerçekleştiği noktaya kadar geçerlidir. Arkasından sıkı bir yerleşme ve devrimci eğilimlerin bastırılması süreci yaşanır. Bastırılan şeylerin başında ise, bizzat ütopyacılığı var eden hayal gücü ve imgelem gelir. Dolayısıyla, ütopyanın olmadığı tek yer olarak ütopyanın kendisini gösteren yaklaşımlar, belirli bir ölçüde gerçeği ifade ederler.
Reklam
(…) Tarihin süreksiz, kopuk, parçalanıp gitmiş anlarını ve evrelerini birleştiren bir bütünlük vardır: doğa üzerindeki denetimle başlayıp insanlar üzerindeki tahakkümle devam eden ve sonunda insanın iç doğasını denetim altına almaya yönelen bir çabanın getirdiği bütünlüktür bu. Vahşetten insanca bir hayata giden bir evrensel tarihi yoktur ama sapandan megaton bombaya ulaşan bir tarih olduğu söylenebilir.[Adorno] İlerlemenin tarihte zorunlu olarak iyi ve doğruyu, adalet, eşitlik ve özgürlüğü getirmediğini; aksine vahşetin teknolojik olarak ilerlemesini ifade ettiğini belirleyen bu kabul, aynı şekilde ütopyanın kendini temellendirdiği gereksinimi de işaret etmektedir: tarihin gerçekten de evrensel ve mükemmel bir tarih olarak kendini var ettiği yerde ütopyaya gerek yoktur. O ancak tarihin bataklığında boy verir. Bu anlamda “sefalet ütopyacının gerçekten büyük yardımcısıdır, üzerinde çalıştığı maddedir, düşüncelerini beslediği cevherdir, saplantılarının koruyucusudur. Onsuz münhal olurdu. (...) Fukaranın sayıklaması olay doğurur, tarih kaynağıdır. Başka bir dünyayı hemen şu dünyada isteyen bir ateşliler kalabalığı. Ütopyaların ilhamını onlar verir, ütopyalar onlar için yazılır. Ama hatırlatırım ki ütopya yokistan anlamına gelir.” [Cioran]
Müthiş bir pasaj
Türkiye’de gelecek ve geçmiş ne anlama geliyor? Gelecek; tasarlanan, kurgulanan, kendisinden bir şeyler beklenen ve geçmiş; yaşanmış, olmuş bitmiş ve artık hiçbir anlamı kalmamış bir zaman dilimi mi? Yani gelecek, bir biçimde etkin insanla birlikte biçimlenecek olan bir zaman dilimi mi, yoksa başa geldiğinde katlanılacak ve gereği neyse yapılacak bir olaylar silsilesinden mi ibaret? Aynı şekilde geçmiş, bizim, şimdiki zamanın insanlarının yaşamadığı ya da yaşasa bile anılarında yer tutmayan, birilerinin bize yaşattığı, yaşamak zorunda kaldığımız ve artık unutmak istediğimiz bir olaylar bütününden mi ibaret? Yoksa 1970-1980 arasında düşlerini sürekli geleceğe, devrim sonrası kurulacak bir sosyalist topluma erteleyen Türkiye, şimdi, geleceği ve geçmişi tümden gözden çıkarmış ve yalnızca şimdiki zamanını, elindekini koruyarak ve mutlaklaştırarak, kendi sahip olduklarını kimin aleyhine olduğunu ya da olacağını hiç umursamadan çoğaltmaya çalışarak şimdiki zamana mı tapınıyor? Öyle ki, 1980 öncesi en az yirmi yıllık süre boyunca, bu ülkenin şimdiki zamanını değiştirerek geleceğini etkilemeye çalışmış olan sol hareketlerin geride bir tek ütopik proje, ütopik perspektif bırakmaması bir yana, geleceğe ilişkin en küçük bir projeksiyonlarının bile bulunmamasının nedeni yalnızca bir rastlantı ya da askeri darbelerin bir buldozer gibi üstlerinden geçmiş olması mı? Yoksa, bu sol hareket geleceği adeta mistik ya da daha net bir anlatımla, dinsel bir biçimde başa gelecek bir şey olarak mı kavrıyordu ve geçmiş, bu hareket için, şimdiyi, bugünü kavrama biçimleri yetkinleştikçe yeniden keşfedilmesi gereken bir kıta olamadı mı?
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.