"Eğer." diyordu defterde. "Eğer yolunu kaybetmiş ve geri dönmek isteyip de dönemeyen birileri varsa yeşil olan iksire yol büyüsü okunur, sonra yolunu kaybetmişlerle el ele tutuşulup bir çember oluşturulur. İksir her birine aynı oranda içirilir. Mavi taşlar çemberin tam ortasına konulup, gözler kapatılır. Sihirli kelimeler önce içinden ve sonra herkes duyacak şekilde beşer kez okunur. Sonra elliye kadar sayılıp, gözler açılır. Eğer yolunu kaybedenler hala oradaysa aynı şey üç kez tekrarlanır. Eğer üçüncüde de gitmemişlerse başarısız olunmuş demektir. Bir daha tekrarlanmaz. Ama eğer gitmişlerse ortadaki taşlar da onlarla gitmiştir. On dakika aynı yerde beklenir, taşlar aynı yere geri dönerse büyü olmuş ve yolcular gerçek yerine gitmiş demektir. Eğer taşlar geri dönmezse yanlış yere gönderilmiş ve bir daha oradan çıkamayacaklar demektir. Bunu yaparken hiçbir şey düşünmemek, tamamen bu olaya odaklanmak gerekir. Aksi halde yanlış sonuçlar çıkarır ve bunun geri dönüşü yoktur. Hiç denenmedi."
Samira, Martin’e hızlıca cebindeki iksirlerden yeşil olanını verip, “Mızraklara bunu sür!” diye bağırdı. Gölgelerin lideri tekrar güçlerini kullanıp her yeri salladığında Martin bir şeyler söylediğini biliyordu. Bir yandan sallanan zeminde ayakta durmaya çalışırken bir yandan da Samira’ya, “Ne dedi?” diye sordu.
Samira tılsımını tutmaya devam ederken sinirli bir şekilde cevap verdi. “Ben gölgelerin kralıyım, diyor.”
Martin gölgelerin liderine bakıp kahkaha attı ve ucuna iksir sürdüğü mızrakları ardı ardına attı. Gölgelerin kralı yere yığılırken Martin bağırdı, “Ben şövalyeyim!”
"Ben Samira. Büyücü değil, üstadım. Yani hastalıkları iyileştirme gücüne sahibim. Bana zarar vermeyen hiçkimse benden zarar görmez. Sadece burada yaşamak ve huzur içinde ölmek istiyorum."
Gölgeler simsiyah pelerinlerinin içinde sadece duman gibiydiler. Yüzleri dumandan ibaretti. Ellerinde siyah eldivenler vardı ve ayaklarını pelerinler örtmüştü. Başlıklarının altında yüzlerinin olup olmadığını anlamak için uzun süre inceledi. Ama hiçbir şey göremedi.
Dışarıdan bakıldığında fakir ve sakin bir köy gibi görünse de orada yaşayanların söylemeye bile korktukları gerçekler, gece olduğunda her taş evin üzerine kâbus gibi çökmeye devam ediyordu.