İnsan tek başınadır, ama aynı zamanda başkaları ile ilişkisi olan bir yaratıktır. İnsan biricik, tek bir varlık olduğu ve başka hiç kimseyle aynı olmadığı için yalnızdır ve kendisinin apayrı bir varlık olduğunu fark etmektedir. Yalnızca aklının gücü ile herhangi bir yargı ya da karar vermesi gerektiği zaman tek başına olmak zorundadır. Ama yalnız kalmaya, başka insanlarla ilişki kurmadan yaşamaya da katlanamamaktadır. Mutluluğu, kendini başka insanlarla ve gelecek kuşaklarla dayanışma halinde hissetmiş olmasına bağlıdır.
"Başkalarını sevmeniz, kendinizi yeterince sevmediğiniz içindir. Kendinizden kaçıp başkalarına sığınıyorsunuz...
"Kimi kendini aradığı için gider bir başkasına, kimi de kendini yitirmek için."
Çağdaş hayatın en belirgin psikolojik özelliklerinden biri, belli amaçlara götüren araçlardan başka bir şey olmayan etkinliklerin gitgide kendi başına bir amaç haline gelmeleri; kendi başına amaç olan şeylerin ise gerçek olmayan, silik bir anlam kazanmalarıdır. İnsanlar para kazanmak için çalışırlar; ve hoşlarına giden şeyleri yapmak için para kazanırlar. Çalışma araçtır, hoşa giden şeyler ise amaçtır.
Oysa gerçekte olup bitenler nedir? İnsanlar daha fazla para kazanmak için çalışıyorlar ve bu parayı yine daha fazla para kazanmak için kullanıyorlar; amaç -yani hayattan tat almak- ise, gözden kaçırılıyor. İnsanlar telâş içerisindeler ve daha fazla zamanları olsun diye yeni yeni buluşlar koyuyorlar ortaya. Sonra da kazandıkları zamanı yine yeni zaman kazanmak için koşuşmakla geçiriyorlar ve sonunda o derece tükeniyorlar ki, kazanmış oldukları zamanı kullanamaz hale geliyorlar. Bir araçlar ağına düşmüş bulunuyoruz ve amaçlarımızı gözden kaçırmışız.
Bir insanla ilgili ahlâkî yargımızı "iradesini kullanarak başka türlü hareket edebilirdi ya da edemezdi" gibi bir karara dayandıracak olursak, hiçbir ahlâkî yargıda bulunamayız...o insanın karakter gelişmesini belirleyen yapısal ve çevresel etkenler o derece çok ve karmaşıktır ki, her türlü pratik amaç söz konusu olduğunda, başka türlü gelişmiş olabilirdi ya da olamazdı gibi kesin bir yargıya ulaşmak mümkün değildir. Söyleyebileceğimiz tek şey, şu ya da bu gibi şartların şu ya da bu gibi bir gelişmeye yol' açtığıdır.
Bir insanı anlamak demek, onun kusuruna bakmamak demek değildir; yalnızca, sanki Tanrıymışız ya da ondan daha üstün bir durumda bulunan bir yargıçmışız gibi onu suçlamaya kalkmamak demektir.
İki insan arasındaki en yakın ilişkiyi dile getiren, aynı zamanda her birinin kişilik bütünlüğünün olduğu gibi korunduğu yaratıcı sevgi...böyle bir sevgi duyabilme yeteneği insan olarak olgunlaşmış olmanın kanıtıdır.
"Ethics" kelimesi Yunanca "karakter" anlamına gelen "ethos" kelimesinden türetilmiştir. "Kültürel ethos" dendiği zaman, bir kültüre veya alt-kültüre ayırt edici özelliğini kazandıran ya da o kültürün özel niteliğini belirleyen hâkim değerlerin, fikirlerin ve ideallerin tümü anlaşılır. Biz ethos'a, ancak bir soyutlama yaparak ve ideal olanı arayıp bularak ulaşabiliriz. Ethos'tan türetilmiş ethics terimi de, özel anlamda ya da teknik bir terim olarak kullanıldığı zaman, ideal olana, soyut olana işaret eder. Ethics, değerlerin ve ahlâk kurallarının incelenerek ilkeler halinde ortaya konulması sonucunda oluşur. Bir anlamda bir ahlâk sistemi, bir ahlâk görüşü ya da anlayışıdır. Bu bakımdan, ethics toplumda yaygın olan ahlâk kurallarından daha özel, daha bireysel ve daha felsefîdir.
Bir Budist, bir Hıristiyan ya da bir Islâm ahlâkından veya belli bir tarikatın ahlâkından söz ettiğimiz zaman, burada kastedilen genel bir ahlâk değil, özel bir ahlâktır, bir ethics'tir. Bir iş ya da meslek ahlâkından, bir lonca ahlâkından ya da bir Ahî ahlâkından, bir hekimlik ahlâkından söz ettiğimiz zaman da, burada söz konusu olan yine ethics'tir. Bir kişiye ya da bir filozofa ait olan özel bir ahlâk görüşünden söz ettiğimiz zaman da yine ethics'ten söz etmiş oluruz. Bütün bu örneklerde söz konusu edilmiş olan ahlâk kuralları, belli bir fikrin, belli bir dünya görüşünün ya da belli bir felsefî görüşün uygulanması amacıyla orta ya konulmuş olan kurallardır.