Mesela İstanbul'dan ya da başka menzil merkezinden ordular namına sevk edilen erzak yüklü vagonlar, eğer muhteviyatı şeker gibi tatlı ise -ne mutlu- ekseriya gereken yere salimen ulaşamazdı. Toros dekovili, erzak için en tehlikeli bir geçit sayılırdı. Almanlar burada neler, neler icad etmişlerdi. Ucu çengelli urganlarla üstü açık vagonlardan -karanlıkta kim farkına varır- çuvalları çekmek, düşürmek, Pozantıda, Kelebek'te sevkiyat sırasını bekleyen vagonların dibini delerek hamulesini aşırmak, Türk subayının eşya ve bavullarını çalmak, sabun çuvallarını boşaltıp yerine taş koymak, gaz, benzin tenekelerine su doldurmak…
Dekovil hattının gümrük resminden böylece kurtulduktan sonra vagonlar, birer defa da Halep, Reyak, Şam mevkilerinde tartaklanıyordu ve nihayet ne kalırsa, o da ordulara nasip oluyordu. Bir-iki vagon dolusu şekerin ancak beş-altı- yüz kilodan ibaret olarak cephelere gelebildiğini hatırlıyorum. Hatta bir kere bulunduğum kolorduda subay başına 17 gram şeker dağıtılmıştı. Aylarca bekledikten sonra sadece bir kahve içmek demek değil mi? Bir birlik kumandanı olup da menzillerden bir veya bir kaçı üzerinde nüfuz sahibi oldunuz mu, birliğinizi en iyi besleyebilirdiniz. Olamadınız mı? Kendiniz de, askerleriniz de mahrumiyetler içinde kalırdı. Hülasa nüfuz sahibi olmak, kanunun, nizamların, kararnamelerin üzerinde idi. Bahusus ya başkumandanın, ya da umumi levazım reisinin teveccühüne mazhar ve muhabbeti olanların idaresi altında bulunmak, müstesna bir bahtiyarlıktı. Almanlarla hoş geçinmek de başka bir talihti. Onlar, paraca, erzakça ne isterlerse anında tedarik ederler, kimleri kollarlarsa kabul ettirirlerdi.