Yavaş yavas siradan insanlar, özellikle de toplumsal statülerini geliştirmek isteyenler, mesleklerini, fiziksel özelliklerini, babaları-
nun adlarıni, yaşadıkları yeri veya bir başka belirleyici özelliklerini kendilerine soyadı olarak almaya başladilar. Bu soyadları kuşaktan kuşağa değişmek yerine aileden intikal etmeye basladı. Böyle bir sistemin kayıt tutmayı ve veri toplamayı kolaylaştıracağını gören kilise ve ilke yetkilileri bu süreci hızlandırdilar. 1539 yilinda Fransa Kral I. François egemen olduğu topraklardaki bütün ailelerin daimi bir soyadı almalarını emretti; ancak benzeri bir emir Danimarka'da 1771, Avusturya'da ise 1776 yilina kadar çıkarılmadi. Daimi soyadinı genel olarak en son köylüler alıyordu; İzlanda ve İskandinavya'nın bazi bölgelerinde soyadı hiçbir zaman aile içinde aktarılmadi. Yasal belgelerde Hıristiyan kadinlar " falanca:
nin karısı", Yahudi kadınlar ise " falancanın kızı" olarak tanımlandikları halde, Avrupa'nın birçok bölgesinde kadınlar, 18. hatta 19
yüzyıla kadar evlendikten sonra bile kendi soyadlarını taşıdılar.
Bazen evlenmemiş kadınların gözetim altında bulundurulması pornografiye yaklaşıyordu; örneğin, bir 18. yüzyıl Alman hekimi yaşları on dört ilâ kırk sekiz arasında alan tüm evlenmemiş kadınların, bedenlerinde herhangi bir hamilelik belirtisi olup olmadığını saptamak amacıyla, her ay bir halk hamamında incelenmesini öneriyordu.
Katolik, Protestan ve Yahudi yazarlar ideal kadının söz dinleyen, iffetli, neşeli, tutumlu, dindar ve pek konuşmayan bir kadın; ideal kocanın ise, sorumlu, sağlam ve şerefli biri olduğu üzerinde görüş birliği içindeydiler.
İnsanlar, bölgesinde yaşamayan (absentee) veya birden fazla piskoposluk bölgesinden sorumlu olduğu için rahipleri gerektiği gibi denetleyemeyen piskoposlardan; keşişlerin ve frerlerin açgözlü ve ahlaksız olmasından, halktan para sızdırmalarından, metres tutmalarından ve lüks içinde yaşamalarından; rahiplerin hiçbir dilde doğru dürüst okuma-yazma bilmemelerinden ve Evkaristiya ayini sırasında Latince sözcüklerin ne anlama geldiğini bilmeden ağızlarında gevelemelerinden şikâyetçiydiler. Erasmus ve Lefevre gibi eğitimli reformcular, ruhban sınıfına yöneltilen bu eleştirilere katılıyor ve birçok yaygın dini uygulamanın aptalca veya yanlış olduğunu düşünüyorlardı. İnsanların zamanlarını hacca giderek veya paralarını kutsal emanetler veya endüljans için harcayacak larına, ihtiyacı olanlara yardım etmeleri veya dua etmeleri gerektiğini ileri sürüyorlardı.