Bilmem bilir misiniz, kültürün güzel bir tarifi vardır: Kültür, insanın okuduklarını unuttuktan sonra kalan şeydir, derler. Hani hepimiz mekteplerde bize birtakım işimize yaramayacak bilgiler öğrettikleri için kızarız ya. Gerçekten mektep sıralarında okuduğumuz, imtihan vermeye mecbur olduğumuz, "Bunlara ne lüzum var?" diyerek sinirlendiğimiz dersler, kültürün bu tarifine göre, öğrendikten sonra unutmamız lazım gelen şeylerdir. Ama bütün o bilgileri hazmedip tamamen unuttuğumuzu zannettiğimiz zaman bizde kalan şey kültürümüzü teşkil edecektir.
Gençlikte pek çokmuş gibi görünen vakit yaş ilerledikçe azalacaktır.
75 yaşına varan bir âlim, "Ah kabil olsa da köşe başlarında şapkamı gelene geçene uzatsam da boş geçirdikleri vakitleri içine atmaları için yalvarsan." derken kendisi için ayrılmış zamanın bitmekte olduğunu ne güzel anlatmıştır.
Bir gün
Ne el kalacak tutmak için
Ne yürümek için bacak
Ne de bir hatıra dünyamızdan
Çünkü hatıralar da kuşlar gibi
Dal ister konacak
Bir gün
Yaşlanmak istesen pencereye
Diz çökmek istesen
Nafile
İş işten geçmiş olacak!
Bu kapkara topraktan çıkan bu bembeyaz, bu sapsarı, bu mavi, bu kırmızı çiçekler acaba bize toprağın altında gizli olan harikulade bir alemden haber vermek istiyorlar da biz bunun bir türlü farkına varamıyor muyuz dersiniz?