“—Biri daha bitti! Ve gündelik hasta ve sakatlar kafilesi acıyla revier’e yönelirken, diğerleri bağrışarak koşuyorlar Block’lara doğru, bir parça ekmeğe, bir parça sıcaklığa, bir parça dinlenmeye doğru, HAYATA DOĞRU…”
“Bir yok etme kampındayız. Bir nazi kampı. İnsanların, çabuk ölmedikleri zaman öldürüldükleri bir kamp. Beslenme rejimi ve çalışma koşulları burada öyle bir düzenlenmiştir ki, buraya giren güçlü kuvvetli bir adam altı aydan çok yaşayamasın. Öncelikle bertaraf edilenler de yahudilerle komünistler.”
“Cesaret korkmamak değil, önce korkuyu yenmektir. Yalnızca budalalar korkmazlar. Onlara da ihtiyacımız yok. Sonucu bilerek savaşmayı kabul eden insanlar gerek bize.”
Birkaç gün sonra papazı tanıştırdı bana Willy. El sıkıştık.
Şöyle konuştu benimle:
“Kamplarda iki kategori insan buldum. Tanıdıklarım ve tanımadıklarım. Kimileri düş kırıklığına uğrattı beni. Kimileri de şaşırttı. Bulacağım sandığım yerlerde bulmadım her zaman Hıristiyanca duyguları. Buna karşılık inancı olmayan ve bence gerçek Hıristiyan gibi davranan insanlara rastladım. Anlıyor musunuz?”
Her ülkeden de var burada. Aynı dili konuşmuyoruz. Yaşama mücadelesi bizi kimi zaman karşı karşıya bırakıyor. Yine de öyle anlar var ki, insanlar birbirlerini anlıyor, halkların kardeşliğine olan inanç sağlamlaşıyor.