Geldiğimizde, ‘Hiç mektup yazamayacaksınız.’ denmişti. Düşmanımız hakkında yargılarımız açık olduğundan hiç şaşmadık buna. Ama bir gün, bütün Block’ta, ayırımsız bütün Fransızlara kartlar dağıtıldı.
«Hiç kuşkusuz yanlışlık var,» dedik.
«Değil,» dediler, «herkes gibi yirmi beş sözcük yazma hakkınız var.» .
Ve yazdık. Satırlarda o ne sevgi! Ne özenle seçildi sözcükler! Yalnızca bir ana ya da seven bir kadın görebilir böylesine cümlelerin ardında gizli olanı: bir kamptayım... yaşıyorum... güveniyorum...
Schreiber kartları topladı. Gidecekler... Gittiler... Fransız aileleri mutluluktan ağlamış olmalılar yazıyı tanıyınca... Yanıtlar gelecek... Umut, iki aylık bekleyişe karşın sürüp gidiyor... Anlaşılan olağan bir gecikme...
Bir akşam, her zamankinden daha yorgun dönüyoruz. Yağmur yağdı, ama içtimada Schreiber bütün Fransızlar için mektup olduğunu söyledi. Nihayet! Sabırsızlık, mutluluk ve de anlayışla parlıyor gözler. Kim alacak mektubunu?
«Sevinin, hepinize var!»
Schreiber ve Block başkanı, gülmelerini güç tutarak, her birimize on hafta önce yazdığı kartını veriyor. Gönderilmemiş kartlar. Bir şaka.
Yanımdaki minderde, Cochaux’da işçi olan büyük Louis, bütün umudunu kattığı kartı çevirip duruyor kuru parmakları arasında. 5 ve 7 yaşlarında iki erkek çocuğu var ve daha dün şöyle diyordu bana: ‘Tek bir şey istiyorum, kapıyı açmak ve küçük kollarını uzatıp, baba diyerek bana geldiklerini görebilmek.’ Bugün iri bir gözyaşı süzülüyor çökmüş yanağında. Bu ana kadar bütün sefaletlere yakınmadan direnen bu adam, güç yaşar bunun üzerine.