Eninde sonunda iki büyük mesele biliyorum: Hayata nasıl tahammül etmeli ve kendine nasıl tahammül etmeli. Bundan daha güç bir iş yoktur. Bunun hallinden gelebilecek nihai cevaplar yoktur. Sadece her insan bu meseleleri hiç değilse kendisi için kısmen çözmelidir. Hayatta kendine tahammül etmekten ve her sabah uyanıp kendi kendine, "Başlayan bir gün daha, bunun da sonunu getirmeliyim, bu güne de tahammül etmeliyim," demek zorunda olmaktan büyük bir ıstırap var mıdır?
Kendi evinizde veya başkasının evinde, ya da güzel bir manzaranın karşısında, az ya da çok aniden her şeyin içi ve anlamı boşalıyor. İçte ve dışta boşluk. Tüm evren hiçliğin damgasını yiyor. Ve hiçbir şey bizi ilgilendirmiyor, hiçbir şey dikkatimizi hak etmiyor. Sıkıntı bir baş dönmesidir, ama sakin ve yeknesak bir baş dönmesidir; evrensel anlamsızlığın ortaya çıkışıdır; bu dünyada da öbür dünyada da bir şey yapılmayacağının, yapılmaması gerektiğinin, hayrete varan, ya da en üst basirete varan kesinliğidir; bize uyabilecek ya da tatmin edebilecek hiçbir şey yoktur dünyada. Bu tecrübe sebebiyle —sürekli değildir, ama gider gelir, zira sıkıntı nöbet halinde gelir, ama bir ateş nöbetinden çok daha uzun sürer— hayatımda ciddi hiçbir şey yapmadım.
"Hiçbir zaman taraf tutma, karar alma ve kendini tanımlama durumunda kalmamak; bundan daha sık dilediğim bir şey yok!" Gerçekten Sartre ahlakının tam tersi bu.