Birgül Oğuz'u Hah ile tanıdım ben. Yeni satın aldığım iki kitapla bir bara gitmiştim. Bira eşliğinde şu incecik kitabı okuyayım diyerek açmıştım Hah'ı ve birkaç cümlesinin ardından bu kitap böyle bar ortamında okunacak bir kitap değil diyerek kapatıp diğer kitaba başladım. Hah'ı okuduktan sonra Birgül Oğuz'a karşı büyük bir merak hasıl oldu bende. Ne var ki hanımefendinin ikinci kitabıydı Hah ve tıpkı Hah gibi yine bir öykü kitabı olan Fasülyenin Bildiği'nin baskısı yoktu. Bir yandan Birgül Oğuz bir roman yazsın diye beklerken diğer yandan da ilk kitabını arıyordum. İki bekleyişim de yakın tarihlerde gerçekleşti. Birgül Oğuz, Metis Yayınları'ndan İstasyon isimli 3. kitabını çıkarttıktan kısa süre sonra bu kitabı buldum ben.
Kitapta kaç öykü vardı şu an anımsamıyorum. Bazılarını çok sevdim, bazılarını diğerleri kadar çok sevmedim. Ancak ne anlattığı çok önemli değil bence Birgül Oğuz'un. Kadın ne anlatırsa anlatsın araya öyle cümleler serpiştiriyor ki dönüp dönüp üzerinden geçiyorum o cümlenin. Ben Hasan Ali Toptaş'a benzetiyorum Birgül Oğuz'u. Belki de hiç benzemiyordur da ben yanılıyorumdur ama şunu net olarak söyleyebilirim ki çok özgün bir kalem Birgül Oğuz. İlk kitabında dahi farklı bir bakış açısı, üslubu olduğunu hissediyorsun. Yanlış anımsamıyorsam kendisi zaten kendi tarzını boşluklarını doldurmak gibi tanımlıyordu. Bu söylediğim şeyi yazarak ifade etmek zor, sadece okuyup hissedebilirsiniz.