Pirandello'nun anlattığı şekliyle, kamera önündeki oyuncunun üstüne çöken yabancılık duygusu, esasında, insanın ayna karşısında kendi görüntüsüne bakarken hissettiği yabancılıkla aynı türde bir duygudur. Oysa artık, yansıyan bu görüntü ayrılabilir, taşınabilir hale gelmiştir. Peki, o görüntü nereye taşınmaktadır? Seyircinin önüne.Sinema oyuncusu bu duygunun bilincinde olmaktan bir an dahi sıyrılamaz. Oyuncu kameranın karşısındayken, son aşamada seyircinin de, yani pazarı meydana getiren tüketicilerin de karşısına çıkacağını iyi bilmektedir. Oyuncunun hem emeğini hem de bütün benliğini, kalbini ve ruhunu sunduğu bu pazara elinin uzanması mümkün değildir. Çekim sırasında, ortaya çıkacak nihai ürünle teması, bir fabrikada çalışan işçilerin ürettikleri ürünle temasları kadar azdır.
Sinema, etrafımızdaki şeylerin yakın çekimlerini yaparak, bilinen nesnelerin gizli detaylarına odaklanarak
ve kameranın dahice yol göstericiliğiyle sıradan ortarnları ele alarak bir yandan hayatlarırnızı yönlendiren mecburiyetlere ilişkin kavrayışırnızı genişletmiş, öbür yandan önümüze muazzam büyüklükte ve daha önce beklenmedik bir eylem alanı sermiştir. Büyük kentlerdeki
meyhanelerimiz ve sokaklarımız, bürolarımız ve mobilyalı odalarımız, demiryolu istasyonlarımız ve fabrikalarımız -bunların hepsi bizi umutsuzca kendi içlerine hapsetmiş gibiydi. Sonra sinema ortaya çıktı ve bu zindan-dünyayı, saniyenin onda biri uzunluğundaki dinamitlerle paramparça etti; öyle ki şimdi bizler, dünyanın her köşesine saçılmış olan bu enkazlar ve yıkıntılar arasında sakince ve macera duygumuzu köreltmeden dolaşıp duruyoruz
Söz konusu süreçlerin en güçlü vasıtası, sinemadır. Sinemanın toplumsal anlamıysa, özellikle de en pozitif biçimiyle, onun -kültürel mirasın geleneksel değerinin silinmesini temsil eden- yıkıcı, arındırıcı yönünü dikkate almadan kavranamaz. Bu olgunun en belirgin halini büyük tarihsel filmlerde -ve giderek daha yeni şekiliere bürünen hallerinde- görebiliriz. Abel Gance 1927' de coşkulu bir vurguyla şöyle haykırmıştı:
Shakespeare, Rembrandt, Beethoven sinemaya geçecekler ... bütün efsaneler, bütün mitolojilerle mitler, bütün din kurucuları ve bizatihi dinler ... sinemada görünen yeniden dirilişlerini bekliyorlar -kahramanlar çoktan kapının önüne yığıldı.'
Dadacılar, eserlerinin satış değerine çok az önem veriyorlar, fakat bunun karşısında, eserleri vasıtasıyla belli meseleler üzerine kafa yarmanın sağlayacağı faydalara çok daha fazla önem atfediyorlardı.