Bu kitaba, Sigmund Freud'un zorluklarla kazandığı ününü ve çalışma hayatındaki sancılı dönemi, aynı zamanda da ailesi ve yaşamı hakkında kitap yazarının da belirttiği gibi 'kurmaca bir çalışma' diyebiliriz.
Ölümünden sonra elde edilen mektuplardan yola çıkılarak kurgulanmış bir eser. Kurgu diyorum ama kapsamlı bir araştırmayla yazılmış. Gerçeğe sadık kalınarak dramatize edilmiş. Biraz kurgu işin tuzu biberi zaten. Bu olmazsa biyografik hiçbir kitap okunmaz.
Kitabın konusunun merkezinde Minna adında umutsuz ve gelecek kaygısı yaşayan dul bir genç kadın var : Freud'un baldızı. Eşinin ölümünden sonra çeşitli işlerde çalışmış, hayata tutunmaya çalışan, akranları gibi evliliği zorunlu bir çaba görmek yerine araştırmayı ve okumayı seven, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan entelektüel bir karakter. Son işinden de ayrılınca ablasının evine yerleşmeye karar verir. Entrikalarla dolu kırk küsür yıl bu şekilde başlar.
Başkarakter Minna Bernays'ın yaşadıkları, ruh halleri, çaresizliği ve içinde bulunduğu ahlaki ikilem başarılı bir dille anlatılmış. Konuşmalarda , psikanaliz, felsefe ve edebiyat üzerine öğretici diyaloglar var. Kitabı beğenmeme vesile olan bir diğer husus ise gerçeklerden beslenmesiyle oluşturulmuş olmasıydı. Her ne kadar yıllarca Freud ve Minna'nın ilişkisi iddialarla sınırlı kalsa da bazı resmi kayıtların bunun öyle olmadığını gösteriyor. Bu gerçek, kitaba bağlı kalmamı sağladı ve merak duygumu canlı tutarak kitabı sürükleyici kıldı. Kitap aynı zamanda akıcı ve anlaşılır bir dille yazılmış. Beğendim...