Takımlar, Taraftarlar, Endüstri, Efsaneler

Futbol ve Kültürü

Tanıl Bora

Futbol ve Kültürü Quotes

You can find Futbol ve Kültürü quotes, Futbol ve Kültürü book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
Futbol, politikanın ikamesi gibi oldu. Politikaya "sarf edilemeyen" enerji ve heves, futbola hasredilmeye başlandı.
Sayfa 11 - İletişimKitabı okudu
Çoğumuz, Latin Amerika'nın kıvrak futbolunu Avrupa'nın sert ve mekanik futboluna tercih ederiz... Bu iki olgu arasında bir bağlantı olmalıdır. Almanların sert, disiplinli ve hiç aksamayan oyunu için "ruhsuz" sıfatının kullanıldığını pek işitmedim: Gayretli bir futboldur. Ama bu gayretin böceksi bir nitelik taşıdığını görmezden gelemeyiz: "Zengin" sıfatının kullanıldığını da hiç işitmedim. Her şey, bunaltıcı bir asgaride tutulmuş gibidir: F.W.Taylor'un, fabrikalarda iş verimliliğini artırmak amacıyla, işçilerin hareketlerini çözümleyerek ve bölerek elde ettiği en küçük birimleri anımsatır. Bütün Avrupa futbolunun böyle olduğunu öne sürmek yanlış olur belki: Klasik İngiliz futbolunun daha geniş, hatta daha cömert üslubunu hâlâ unutamayanlar vardır. Ama orada bile tek amacın ne pahasına olursa olsun galip gelmek, oyundan sağ çıkmak olduğunu düşündüren bir katılık vardı: Oyundan sonra yenilgiyi sportmence kabullenseler bile bu kabullenişin türevi olan yumuşaklığı, kıvraklığı ve neşeyi oyunun içine alamıyorlardı. Avrupa futbolunu "böceksi" terimiyle tanımlarsak, Latin Amerika ve özellikle Brezilya futboluna "bitkisel" sıfatını yakıştırmamız gerekir. Ama "bitkisel yaşama girdi" sözünün içerdiği bitkisellik değildir buradaki: Tropik bir bitkiselliktir: Daha zengin, hatta "lüks" bir futbol tarzı: Amaca ulaşmak için mutlaka gerekli olmayan ama oyuna zarafet katan düzen ve hareketlerden oluşan bir üslup.
Sayfa 320 - İletişimKitabı okudu
Reklam
Başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de medyatik futbol söylemi, milli kimliğin yeniden kuruluşunda ihmal edilemez bir paya sahiptir. Oyun hakkında basitçe haber veriyormuş, sadece sahada olan biteni aktarıyormuş gibi yapan medya, aslında bunu, yapılaşmış bir ideolojik-söylemsel kompleksin içine yerleştirerek sunar. Bunun en güzel örneklerinden biri, uluslararası maçların milliyetçi bir bağlamda yeniden kurulmasıdır. Lig maçlarına ilişkin haber, yorum ve yayınlarda, spikerin tarafgirliğini ele vermesi, yorumcunun "takımından" söz etmesi, spor basınında büyük takımlara ayrılan sayfalarda doğrudan ya da örtük bir şekilde o takımların taraftarlarına hitap edilmesi gibi söylemsel öğeler bir yana bırakılırsa, takımlar ilke olarak "nesnel" ve "tarafsız" bir dille ve sadece "adlarıyla" anılır. Oysa aynı takımlar uluslararası maçlarda millet olarak "bizim" temsilcimiz olarak sunulurlar. "Bütün Türkiye'nin gözü" onlardadır, "milletçe" kalbimiz onlarla beraber atar. Yaşadığımız "Wembley faciaları"ndan birini televizyonda naklen anlatan spikerin "nihayet özlediğimiz ofsayt bayrağı kalktı" gibi laflar edebilmesi, milli kimliğimizin kuruluşunda ne tür sancılar çektiğimizi, nasıl çaresizliğe düşebildiğimizi ele verir; " bu millet", bir haklı ofsayt bayrağını bile özlemiştir!
Sayfa 230 - İletişimKitabı okudu
Mümtaz Hoca'ya (Mümtaz Soysal) göre Türkiye'de emeğiyle geçinen kesimler, işçiler, memurlar vb. giderek gerileyen ekonomik sosyal konumlarını Beşiktaş'la özdeşleştirmişler; Beşiktaş'ta kendilerini ya da kendilerinde Beşiktaş'ı görmüşlerdi. Çünkü Beşiktaş'ın durumu da farklı değildi; yıllardır süregelen başarısızlıklar, özellikle Fenerbahçe ve Galatasaray ile rekabetinde düştüğü "üçüncü takım" durumu, velhasıl ezilmişliği, yenilmişliği ile Türkiye'nin emekçilerine ziyadesiyle benziyordu. Yıllar sonra, yani 80'li yılların ikinci yarısında, Beşiktaş'ın "altın çağı"nın ardından, bu kez sadece Mümtaz Soysal değil, daha birçok yazar, çizer, gazeteci kendileri bu şekilde ifade etmeseler bile Beşiktaşlılıkla (bir bakıma) solculuğun moral değerleri arasında bir başka ilişki kuruyorlardı. 80'li yılların çalışmadan kazanma, avantacılık, bireycilik gibi "yükselen değerleri" karşısında Beşiktaş'ın başarısı, çok çalışmanın, dayanışmanın ve kolektif mücadelenin (futbol diliyle "takım olmanın") karşılığıydı.
Sayfa 247 - İletişimKitabı okudu
Sporun psikolojisi üzerine ilk psikanalitik metin bir kadın yazara, Freud'un öğrencisi Helene Deutsch'a aittir. "Kavrayan, boğazlayan bir el" düşünü çocukken çok sık gören bir hastasından söz eder Deutsch; on beş yaşına geldiğinde de bu hastada bir "top fobisi" belirmiştir: Oynarken ya da oynayanları izlerken topun kendisine çarpacağından, ona ölümcül bir zarar vereceğinden ya da "aptala çevireceğinden" korkmaktadır. Fobinin geçmesinden kısa bir süre sonra hastada top oyunlarına karşı büyük bir düşkünlük başlar. Ergenlik çağının sonuna gelen çocuklara yabancı bir duygu değildir bu: Önce korkarız sınavdan, sonra zevk almaya başlarız; korktuğumuz şeyi, korkusu ve zafer duygusuyla birlikte aramaya başlarız. Tehlikeyi içimizden dışa atmışızdır: Gergin ama hazırlıklı bekleriz. Şöyle diyor Deutsch: "Spor durumları, korkunun elinden kurtulmak için en ideal koşulları yaratır: Bekleyiş, hatta istekle dolu bir hazırlık, tehlikeyi hiçe sayma, öznenin kendi gücünü denemesi, rasyonel saldırı ve savunma."
Sayfa 316 - İletişimKitabı okudu
Stad, baskı altındaki tepkilerin dışavurumu için meşru bir zemin oluştururken kitlesel adrenalin salımına izin vererek rahatlama ve uyum da sağlıyor.
Sayfa 358 - İletişimKitabı okudu
Reklam
Oyuncuların ve seyircilerin rolleri yanında, futbolun toplumsal statüsü değişti. Profesyonelleşme ve kitlesel medyatik pazarlama çerçevesinde ticarileşme süreçlerine bağlı olarak, futbol "proleter sporu" olmaktan çıkıp toplumsal kabul gören bir boş vakit eğlencesi haline geldi. Toplumsal köklerinden koptu ama geniş toplumsal tabakalar nezdindeki çekiciliğini yitirmedi. Futbol sporu şimdi televizyon, sponsorluk ve reklamın oluşturduğu ilişki örgüsüne yakalanmış durumda.
Sayfa 378 - İletişimKitabı okudu
Zaten bence seyirci değil taraftar olduğunuz zaman, tribün sosyalizme benzer. Tribünle de sosyalizmle de bir kere buluştuktan sonra hiç ayrılmamak en iyisidir. Ama ayrılsanız bile birlikte geçirdiğiniz zaman miras, tanımı zor bir şeyi hep taşırsınız. O güzel bir şeydir.
Sayfa 115 - İletişimKitabı okudu
Futbol dünyanın adaletsizliğini örtmez, görünür kılar.
Sayfa 21 - İletişimKitabı okudu
1925 yılında İzmir'e gelen Atatürk, 11 Ekim günü Kordon'da şimdi Atatürk müzesi olan evinde otururken, vapur tutarak denizden kendisine tezahürat yapan Karşıyakalılara balkona çıkıp şunları söyledi: "İzmir'in Karşıyakalıları sizleri muhabbetle selamlarım. Ben bütün İzmir'i ve İzmirlileri severim. Güzel İzmir'in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim. Yalnız bir rastlantı beni Karşıyaka'ya daha fazla bağlamıştır. Karşıyakalılar anam sizin sinenizde, sizin topraklarınızda yatıyor. Karşıyakalılar, İzmir'i gördüğüm gün öncelikle Karşıyaka'yı ve orada sizin topraklarınızda yatan anamın mezarını gördüm."
Sayfa 335 - İletişimKitabı okudu
131 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.