Fütuhat-ı Mekkiyye 16 sözleri ve alıntılarını, Fütuhat-ı Mekkiyye 16 kitap alıntılarını, Fütuhat-ı Mekkiyye 16 en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Binaenaleyh Allah'ın ardında bir gaye olmadığı gibi Allah için de senin ardında bir gaye yoktur. Çünkü ilahi suret seninle kemale ermiş, sende görülmüştür. Bu nedenle Allah sana yeter, sen de O'na yetersin. Bu nedenle son varlık ve ilk maksatsın.
Namazın kul ile Allah arasında taksimi bu sayede mümkün olabilmiştir: ‘Kul namazda şunu söyler, Allah şunu söyler’ denilir. Kul ancak toplamla (zahir ve bâtınıyla) birlikte kuldur.Kendisini kulun güçleri olmakla nitelendiğinde Hak adına meydana gelen duruma bakınız ! Kul O’nun vasıtasıyla kul ikenHak,kulun vasıtasıyla kulun güçleridir.Kul adı
Kapı açık, cömertlikte ise cimrilik
yok! Geride sadece talep eden yönünden ortaya çıkan acizlik kalır.
Ayette ‘Bana dua edene icabet ederim’ der. Burada ‘men’ edatı belirsiz
kullanılmıştır ki herkesi kapsar. Binaenaleyh acizlik ancak bizden ortaya
çıkar. Burada hayret vardır: Biz Allah’a ancak O’nun bize muvaffakiyet
vermesiyle dua edebiliriz. Bizi muvaffak kılması ise O’nun ihsanının
ve cömertliğinin tezahürüdür. Üzerinde bulunduğumuz istidatla
o ihsanı kabul eder, O’na dua etmek üzere hazır hale geliriz. Dua ettiğimiz
hususta Allah’ın bize icabeti de kendisine kalmıştır ve maslahatımızı
bizden daha iyi bilir.
O halde salih olsun veya olmasın, halinden memnun ve razı olan kimse bulamazsın! Bu durum âleme yayılmış bir özelliktir. Mesela her insanın yaşadığı devri kınayıp geçmişi övdüğünü görürsün! Hâlbuki onun zamanı bu yaratılışın kendisinde var olduğu halidir. Başka bir ifadeyle zamanı Adem’in dünyada var olduğu andan itibaren içinde Ademoğullarının
dua bir nidadır ve Allah’a
nida ve hitap etmektir. İcabet ise duaya verilen karşılıktır. Dua
nedeniyle ldşi, dua eden diye isimlendirilmiştir. Nidaya karşılık Hak
kuluna ‘buyur’ diyerek karşılık verir. O’nun bütün talep sahiplerine
böyle demesi kaçınılmazdır. Nidanın ardından gelen ifadeler ise duanın
dışında kalır; bazen -Allah’m buyurduğu üzere- icabet gerçekleşir
ve nida ettikten sonra aklına gelen ihtiyaçlar sahibine ulaştırılır (bazen
ulaştırılmaz). Demek ki bu zikirde Allah’ın kulun hakkında dua ettiği
işe ve talebine karşılık vermesi zorunlu değildir; dilerse ihtiyacını karşılar,
dilerse karşılamaz! Başka bir ifadeyle talep edilen her işi Allah kulu
için yerine getirecek değildir. Üstelik bu durum, Allah’ın kula dönük
bir rahmetidir. Çünkü kul bazen bir hayrın bulunmadığı bir talepte
bulunabilir. O talebe icabet edilip o iş gerçekleşseydi, kulun dinine ve
ahiretine zarar verecek bir sonuç meydana gelirdi; kul bazen farkında
olmadan dünyasına zarar verebilir.
Allah bilgisizlik ve körlük perdesini kaldırırsa, herkesin sıkıntı halinde ancak Allah’a yakardığı görülür. Bununla birlikte insan rahatken güçlüklerin kendisine ulaşmasının bilhassa O’nun elinde bulunduğunu bilmeyebilir. İşte bu hal tevhit demektir ve onu ancak sıkıntı halindeki inanç izhar eder. Sıkıntı ve güçlük halinde müşrik, Allah’ın şahitliğiyle, muvahhittir. Bununla birlikte rahatlıkta, müşrikte onun gerçek inancı olan tevhidin alametleri görünmezken zorda kaldığında Yaratıcısının birliği hakkındaki inancına döner; bu kez şirk alametleri onda görülmez. Bütün bunlar yükümlülük diyarı olan dünyada gerçekleşirken şekilci âlimlerin çoğu bu ilahi ihsan ve cömertlikten habersizdir.
O halde salih olsun veya olmasın, halinden memnun ve razı olan kimse bulamazsın! Bu durum âleme yayılmış bir özelliktir. Mesela her insanın yaşadığı devri kınayıp geçmişi övdüğünü görürsün! Hâlbuki onun zamanı bu yaratılışın kendisinde var olduğu halidir. Başka bir ifadeyle zamanı Adem’in dünyada var olduğu andan itibaren içinde Ademoğullarının