Nasıl bir kuş yuvayı yapmasını, aslan avlanmasını bilmeden varlığını sürdüremezse, insan da bu dünyadaki işlevinin bilincine varmadan erdemin egemenliğini gerçekleştiremez.
Ahlakı, mantık sayısı üzerine kurma iddiası filozofların ve bilim adamlarının kafalarından doğmuştur. Çünkü bu insanlar, nazari meselelerde mantık önünde eğilmeye alışmışlar, bu alışkanlıklarından ötürü de bütün insanlık için mantık, “her konuda mutlak otoritedir” fikrine sürüklenmişlerdir. Gerçekten bilim adamı, eşyanın mantığına uygun hareket etmek zorundadır; bunu yapmadığı sürece başarıya ulaşamaz. Diyelim, kurmuş olduğu varsayımı, olaylar doğrulamıyorsa bu varsayımdan vazgeçmek zorundadır. Kaldı ki hayatın bu konuda keyfîliğe tahammülü yoktur. Bu sahada atılacak yanlış bir adım, hayatımızı doğrudan doğruya etkiler; daha önce de değindiğimiz gibi, yanlış varsayımlardan hareket edilerek yapılmış bir bina çöker, uçak düşer, köprü yıkılır. Fakat biz buna dayanarak, hareketlerimize her zaman mantık koyma sonucunu çıkaramayız. Yani ahlaki sahada düşüncenin nazari faaliyetine saygı gösterebilir, onu beğenir, takdir edebiliriz; fakat bütün bunlar, egoizmle ihtirası susturmak için yeterli değildir. İşte filozofların yanıldığı nokta da burasıdır.
Tüm yeryüzü kaynakları sorumsuzca tüketilmekte ve tahrip edilmektedir. Eşya ulaşılacak son nokta olmaktadır. Doğayı egemenlik altına alma yolunda bir girişim olan teknolojik gelişme, baş döndürücü bir hızla sürmekte, insanın kendisi ise bu gelişmenin çok gerisinde kalmaktadır. Doğaya dönük araştırmanın alabildiğine geliştiği, insana dönük araştırmanın ise alabildiğine durgun olduğu bir toplumda, maddeye egemen olmak isteyen insanın, maddenin egemenliğine girmesi, bu uygarlığın kendi iç dinamiğinden doğan bir çelişkidir. İnsanın bir ürünü olan teknoloji, insanı kendisine râm etmiştir.