Kökü çok uzak yüzyıllara kadar uzanan, Tanzimat'tan sonra ise şuurlu fikir adamlarımız tarafından işlenerek bir sistem haline getirilen Türkçülüğü, yabancı bir milletin emperyalizminin icadı gibi göstermeye yeltenmek, elbette ki gerçeği ve fikri, çamurla sıvamaya çalışmaktan başka bir şey değildir.
Geleneklere bağlılığın toplumları geri bırakacağı iddiasının yanlışlığına en güzel delil ise en gelenekçi fakat en ileri iki millet olan Japonlar ve İngilizlerdir.
Kızıl sözlükte inkılâp ve inkılâpçılar, komünizm ve komünistler anlamındadır. (...)
Kızıllar, Moskova'dan, Türk dilinin kökünden koparılması ve uydurma kelimelerle anlaşılmaz bir hâle getirilmesi emrini aldıktan sonra, "inkılâp" sözü yerini "devrim"e bırakmış, bunun sonucu olarak Kremlin'in Türkiye inkılapçıları da devrimciler olmuşlardır.
Dr. Şefik Hüsnü, 1939 da Türkiye’ye gelmeden önce, uzun zaman Avrupa’da yaşamıştı. Bu süre içinde Moskova, Varşova, Berlin gibi büyük şehirlerde de bulunmuş, fakat Türkiye’deki komünizm hareketlerini, yerleştiği Paris’ten idare etmiştir.
Bilhassa üniversite muhitinde hiçbir zaman hareketimize nasip olmayan küşayiş ve süratli bir serpilme kaydedilmiş, üç ay gibi kısa bir zaman içinde, yüz ellisi teşkilâtlı gruplara mensup olmak üzere beş yüz kadar genci şiarlarımız etrafında harekete geçirmek imkânı elde edilmiştir. Bunlar Eminönü Halkevi’nde, faşist profesör İsmail Hakkı Baltacı’nm verdiği bir konferansı, itirazlar
ve makûs tezahürlerle ihlâl ve dağılmaya mecbur etmek suretiyle, ilk muvaffakiyetlerinden birini elde etmişlerdir.