Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Göksu'ya Ağıt

Çelik Gülersoy

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Sonra zamanlar akmış. İnsanlar çığ gibi artmış. Ülkenin içlerinden, yeni kuşaklar, birer sel gibi, bu diyara da inmiş. Nerede nasıl oturulur, neresi nasıl kullanılır, bilmeden planlamadan, herkese gerekli olan, yeşil, o yemyeşil tüm alanlar, çimento ile sıvanmış. Son 20-30 yılın Göksuya getirip yığdığı da bu: Dere boyunca uzanan, bereketli bostanlar, bağlar, bahçeler, gitti, birer birer kayboldu, yok oldu. Dünkü zümrüt renkli o geniş su, iki metrelik bir şerittir artık, evlerin lâğımlarıyla dolu.
Reklam
Göksu demek, bu demektir: Hırçın maviliklerden, sakin yeşilliklere geçiş. Rüzgârdan, esintiden, durgunluğa yavaş yavaş bir kayış. Suda dinlenen yeşiller. Cam gibi bir dere yüzünde parıldayan, zümrüt akisler. Ve havayı dolduran kuşların cennet sesleri. Çok eski bir gezgin bilginin dediği gibi, yukarı mı, aşağı mı aktığı gerçekten anlaşılmayan, sessiz mi sessiz bir su kayıp gitmesi.
Karşıda, sol yanda bir Tepe, o da boydan boya yeşil. Yamaçlarında yer yer, boy atmış, duran selviler. İki yanda, göz alabildiğine çayır. Dereden birazcık da yukarıda kalır. Oradan suya sarkar, suyu öper, suyu seyreder yeşillikler. Neler mi? Sayılabilir mi ki? Dikenler, mürverler, yaban gülleri, sazlıklar ve kamışlar, sarmaşıklar, böğürtlenler, böğürtlenler...
İstanbul
Bin yılı çeşitli kavimlerin saldırıları ve kuşatmaları ile korku içinde ve kalın duvarları içine kapanmış olarak geçiren İstanbul, sınırlarını uzak diyarlarda sağlam ordularla koruyan, yeni, taze ve güçlü bir devletin taht şehri olarak, önce bir rahata kavuşmuştur. Sonra da görkemli bir imara.
Eremya Çelebi
İşte Anadolu Hisarı. Burası, daha evvel gösterdiğim yerler gibi, kâmilen Türklerle meskûndur. Denizi arkamızda bırakarak, Kâğıthane'nin bir benzeri olan dereden içeri doğru girelim. İki tarafımız, daima yeşil kalan sık servilerle süslü güzel yerlerdir. Bu derenin adı, Göksu'dur. Sultan Murad, “gümüş servi” tesmiye ettiği bu yeri tanzim ettirmiş ve düpdüz hemverenümâ haline getirmişti. Bu yerlerin arka taraflarında çok nefis gül bahçeleri ve güzel konaklar vardır. Suların aktığı yerlerde, yerli halkın ve şehrin ihtiyacı için çalışan değirmenler mevcuttur. Burada öğütülen un, Tekirdağ, Bandırma, Yalova ve İzmit'ten getirilmiş hububat ve meyve yığılı olan Unkapanı'na götürülür.
Ermeni yazar Eremya Çelebi - İstanbul Tarihi ( 17. yüzyılın ortası)Kitabı okudu
Reklam
Ortaçağ, her tabiat olayına mistisizm karıştıran, yaşama zevkine dini korkuları bulaştıran bir insanlık dönemidir ya, Boğaziçinin bu gümrah çayırlarından fışkıran billlûr sular da Bizanslıların gözünde hem şifâ dağıtan hem de insanı günahlarından arıtmaya yarayan kutsal kaynaklar demektir. O yüzden, havaların güzel günlerinde halk akın akın bu zümrüt çayırlara gelirdi ama her suyun başında taştan yapılmış karanlık suratlı bir ayazma yapısı bulur, her ayazmayı koruması altında aldığına inanılan bir Aziz tasviri önünde tapınır ve yarı korku, yarı tatmin duyguları ile vadiyi dolaşmış olurdu.
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.