Türkçeyi çok güzel kullanan yazarın bu kitabı, düş ile gerçeği harmanlamış. Bir berber dükkanında bulunan karakterler sırayla yazarın düşünde uzak bir köye gidiyorlar. O köyde kaybolan, kaçırılan, sırra kadem basan insanlar var. Berber dükkanında, bir güvercin resmi var ve bu resmi berber yapmış. Köyde kimin kaçırdığı belli olmayan yine güvercin isminde bir kız var. Romanın finalinde berber ayıyı vuruyor ve güvercin bir ayı doğuruyor. Buradaki tek ilinti güvercin ve berber arasında doldurulamayan bir anlam ilişkisi. Herhalde bunu yorumlamak için bir rüya tabirine ihtiyacımız vardır. Hani rüyada bir şeyler görürüz fakat o gördüğümüz şeyi anlatınca uzak hiç ilgisi olmadığını düşündüğümüz başka bir şeye yorarlar. Yazarın direk anlatmak ya da mantıklı bir kurgu gibi derdi yok. Daha çok heceleri, kelimeleri güzergah üzerinde ustaca birbirine bağlamış gibi. Roman biraz bana Yılmaz Güney'in Yol filmini hatırlattı. Otobüste bulunan yolcularının her birinin ayrı bir yaşam hikayesi var, hepsi farklı bir yere yolculuk yapıyor tek kesiştikleri nokta ise yarı açık cezaevi. Bu romanda ise bir berber dükkanı var ve berber, çırağı, traş olmak isteyen kişiler var. Her biri var ile yok arasında, düş ile gerçek arasında salınıp duruyorlar. Yaşadıkları, geçmişleri belirsiz, izleri yok gibi...