Bu kitap güzeldi ama güzel olduğu kadar can sıkıcıydı da. Adrian ile aşkları ve Simyacıların fikirlerine ters düşen tavırları sebebiyle Sydney, Simyacılar tarafından alıkonularak tam anlamıyla işkence zamanları yaşadığı bir yere hapsedilir. Insanların yeri geldi mi nasıl da insafsızlaşabileceğini tekrar görmüş oluyoruz bu sayede. Bu serideki en fark edilen ve hoş olan şey de bu tezatlık zaten, yani; vampirlerin insan olmaması sebebiyle onları öteleştiren ve bir canavar olarak gören Simyacıların, yani insanların, bu uğurda nasıl canavarlaşabildiğini okumak. Okurken sinir olmamak elde değil. Yazar, gerçekten çok iyi bir kurgu oluşturmuş, yani vermek istediği hisleri biz okuyuculara gayet iyi geçirebilmiş, yani en azından ben böyle düşünüyorum.
Bu kitapta, Sydney'e çok üzüldüm, bir taraftan da verdiği mücadeleyi takdir ettim. Diğer taraftan Adrian'a çok kızdım ve bazı şeyleri ona yakıştıramadım ama neyseki fazla sürmedi. Çoğu zaman bir şeyleri anlayabilmek için aynı şeylerin başımıza gelmesi gerekir. Sydney, Adrian'ı eleştirdiği bir durumu kendisi de aynı şekilde savundu, Adrian bu durumu fark etsede bir şey demedi, keşke etseydi; çünkü bu konuda Sydney'e ben de kızmıştım. Ve kitabın sonu! Beklenilen bir şey olsa da nasıl olacak diye merak ettiğim bir durumdu ve yazar, çok iyi bir yerde bunu gerçekleştirmiş. Serinin kalan son kitabıyla her şey yerli yerine oturacaktır ve ben, son kitabı merak etmekteyim, biraz başladım bile.