Her yolculuk, kendi çizgisi içinde başka bir yolculuğu gizler, tıpkı bu romanda olduğu gibi. Tüm özgürlük haklarından mahrum bırakılan kadınlardan biri Elmas. Toplumun ve hatta bir ailenin kendi çocuğunu kurban edişinin sadece bir örneği. Küçük yaşta eğitimini bitirmesine izin verilmiyor, babası yaşında biriyle evlenmesini ailesi uygun görüyor ama o sevdiği Mehmet ile kaçıyor. İşte, asıl cehennemi o zaman başlıyor.
Annesinin kaderini yaşıyor demeyi çok isterdim, ama onun yaşadıkları kat be kat daha zor. Bir kadın olarak yaşadığı hayat, hayvandan farksız, boyun eğme, taciz ve şiddetle karakterize ediliyor. Bu kadarıyla kalsa iyi diyorum çok özür dileyerek, çünkü öyle bir eşi var ki... aşırı sinir olduğumu demekle yetiniyorum. Kitabın ikinci bölümünde Elmas’ın savunmasını üstlenen Zeynep Hanımın hikâyesini okuyoruz. Sevgisiz büyümesini istemediği için eşinden boşanan, ama kızı ile arasındaki uçurumu aşamayan annesinin gönderdiği mektup ile Zeynep’in yolculuğu başlıyor.
Kuşaktan kuşağa aktarılan, biçim değiştirmiş bir yara var sanki tüm kadınların yaşadığı. Bazı kitaplarda okuduklarınız içinize oturur, Elmas’ın ve Zeynep’in öyle hikâyeleri var.
Kitapta şiirlere de yer verilmişti, bu sinirimi biraz olsun aldı. Kadınların severek okuyabileceği ve kendinden içinde bir şeyler bulabileceği bir kitap.
Büyük depremlerin artçılarıda büyük olur, paldır küldür yuvarlanırken kendi merkezine, kanar, bazen yüzün gözün kırılır, bazen elin kolun
Öyle bir dibe vurursun ki, yüzleşirsin kendinle, özgürleşirsin fikirlerinde, maviye döner düşlerin de.
Öyle bir dibe vurursun ki, bütün kapılar açılır da, gitmek istemezsin kendinden başka yere.
Kendinde yaşadığın kalabalığınla yalnız görünürsün başkalarının gözünde.
Âşık sahip olmayı ister hem bedene hem ruha; olmayınca dileği yakar ham olan, hem kendini hem sevileni.
Aklının rüzgârında savrulurken yüreğin, kendi ayazında doğarken ellerin, güneşin doğsun artık istersin soğuk karanlığına.