Bir eserin doğuşu, ne kadar çileli olursa olsun, sahibini o ölçüde bir yücelik coşkusuyla donatır. Verimsizlik ve kısırlık, sonuç vermeyen çalışmalar, görünüşteki rahatlığa rağmen, içinde ölüm azabından, kabir sıkıntısından bir çırpınış saklamakta.
İnsan, daha nice kez doğar ve uyanık durmazsa, nice kez ölür. Dirilişlere ve ölüşlere gebe kalır ruh boyuna. Ve bunun gerçek neşe ve hüznüyle çalkalanır durur. Kalp kararır, ışır. Ruh, aydınlanır, sararır, solar. Dışımızda olduğu gibi içimizde de nice geceler ve gündüzler, fecirler ve alacakaranlıklar birbirini kovalar.
Müslümanlar, Allah’ın arslanları idiler. Şimdi “kuşa kurda yem olmaları”, köleliğin, uyduluğun, kara-kapitalizmin, kızıl-komünizmin çevresinde karakulaklar gibi dolaşmaya kendilerini mahkûm görmeleri ve bilmeleri reva mıdır?
Doğu-Batı karmaşasının içinden geçip yeni "yeni"ye, doğru "doğru"ya, güzel "güzel"e varacağız. Eskimiş "yeni"den, eğrilmiş "doğru"dan, çirkinleşmiş "güzel"den kurtularak elbette..."