Kendini kalabalıklar içinde yalnız ve çaresiz hisseden, bu sırada kaleme kağıda sarılan bir kadının muhteşem hikayesi. Kendimden çok şey bulduğum için kitabı çok beğendim. Umarım sonum Sylvia Plath gibi olmaz.
GünlüklerSylvia Plath · Kırmızı Kedi · 20141,092 okunma
Ne kadar hevesli olursan ol, karakterinin kaderin olduğundan ne kadar emin olursan ol, elektrik lambasının sahte neşeli parlaklığında, saatin yüksek sesli tiktaklarının eşliğinde yapayalnız odandayken ne geçmiş ne gelecek, hiçbir şeyin gerçek olmadığına dair çıplak ve acı gerçeğin farkına varmaktan kendimi alıkoyamam. Ve neticede şu anı oluşturan yegane şey olan geçmiş ya da gelecekten yoksunsan, neden şimdinin boş kabuğunu kırıp canına kıymıyorsun ki? Ancak kafatasımın içinde duran, "Düşünüyorum, öyleyse varım!" sözünü papağan gibi yineleyen, mantık yürütebilen, o soğuk, gri organ parçası her zaman bir sapak, bir yokuş, yeni bir çıkış olacağını fısıldıyor. İşte bu yüzden bekliyorum.
Bu gece yatmadan önce canım birkaç dakikalığına dışarı çıkmak istedi; evin içi fazla sıcak ve havasızdı. Üstümde pijamam vardı, yeni yıkadığım saçlarımdaysa bigudiler. Öylece ön kapıyı açmaya çalıştım. Anahtarı döndürürken kilit sıkıştı; kapının kolunu tutup açmayı denedim. Açılmıyordu. Öfkeyle, kapının kolunu diğer yöne doğru çevirdim. İşe yaramıyordu. Kilidi zorladım; kapı kolu ve kilidin alabileceği yalnızca dört kombinasyon vardı ve yine de o beyaz, boş, esrarengiz kapı sıkışabilmişti. Kafamı kaldırıp baktım. Kapının üzerindeki kare şeklindeki camın ardında sokağın karşısındaki çam ağaçlarının kapkara tepelerinin deldiği bir gökyüzü parçasını görüyordum. Ay da oradaydı, ağaçların ardında ışıl ışıl ve sapsarı, dolunay haline ulaşmak üzere. Bir anda nefessiz kaldığımı hissettim, boğuluyordum. Hemen üstümdeki davetkar, küçük gece parçası ile beni o yoğun, yumuşak, boğucu kucağında sarıp sarmalayan evin sıcak, kadınsı atmosferi arasında sıkışıp kalmıştım.