"Tam bu sırada köşeden, yüzlerini mendille sarmış iki çocuk çıktı. Öndeki ellerini havaya kaldırmış. Arkadaki tabancasını bunun bel kemiğine dayamış. 8-10 yaşında iki çocuk. Sinemada gördüklerini taklit ediyorlar. Öndeki birden dönüp yumruk vurur gibi yaptı. Arkadaki tabancayı düşürerek yere yıkıldı. Bu sefer silah berikinin elinde. Bu böylece akşama kadar sürüp gidecek. Akşama kadar bu semtin sokaklarında, bu şehirde, bu memlekette binlerce, yüzbinlerce çocuk her dakika başında birbirlerini öldürerek kovboy-gangster oyunu oynayıp duruyorlar. Şakacıktan da olsa bir günde, bir memlekette, birkaç milyon ölme ve öldürme özentisi..."
"Bu plaj alemini bizde Beyaz Ruslar icat ettiler. Önce imkanı yok tutmaz dedik. 'Ne mümkün, millet birbirini öldürür, Allah esirgesin,' denildi. Bazı kavgalar, rezillikler oldu. Sonunda gene Atatürk kazandı. İşte bak, iyi şey, faydalı şey. Çoluk çocuk koşup güneşleniyor. Hiç kimseye hiçbir fenalığı olmadıktan başka, dünya kadar da faydası var."
"Tabii. Dikkat ediyorum. Delikanlıların yüzde doksanı yüzmek için geliyor. En güzel kadın vücutlarına bile edepsiz edepsiz bakmıyorlar. Bakarlarsa, insan gibi beğeniyorlar. Tabloya bakar gibi. Bence işte bu çok mühim."
Komiser meslek hayatında her çeşitten darp ve cerh aleti görmüştü ama kitapla adam yaralandığına ne rastlamıştı, ne de böyle bir şeyi birinden duymuştu.
Her insan ne kadar akıllı olursa olsun, yüzmek için denize doğru giderken, tabiat üstü bir iş yapmaya karar vermiş olmanın azametine bürünüyor, denizden çıkarken de bunu başarmanın kibriyle dönüyordu.
“Gündüz içersek müşteriler rahatsız oluyormuş,” diye somurttu, “millete kazık mı sokuyoruz? Ne halt etmeli bilmem ki! Bir dağ başına çekilip mağaraya mı kapanmalı?”