“İçimizde yaşayan o, yani, öteki kişi, ‘yalnız kişi’. Ey yalnız kişi. O ölüm anında duyulan, ya da ölüm anında duyacağımız yalnızlık. Biliyor musun ben bu çağdan nefret ederim. Etimle, kemiğimle, hücrelerimle nefret ederim. Makina, makinanın o korkunç dişlileri nasıl kemirir canımı. Bir bilseniz bir bilseniz. Nasıl ezilir, nasıl susarım. Bir kayanın, bir bitkiye bir canlıya örneğin üzerindeki bir karıncaya yabancılığını düşündünüz mü hiç: Bir kişinin anıtı ile, “mermerden bir kişi” ile “bir kişinin” birbirine benzemediğini düşündünüz mü hiç. Bir çağı kabullenip ‘ben’le (yaşadığıma göre kabullenmişim demektir) o içimdeki arasında böyle bir ayrıntı var. O ikisi birbirine öyle yabancı ki…”