Veda, M.Ö. 2000-2500 yılları arasında Hindistan'ın kuzeydoğusuna (Pencap, Yukası İndus Havzası) akın eden Ari işgalcilerin dinidir. Kaynağı, "Hint-İran" özelliği taşıyan düşüncelere kadar gider.
Dokuzuncu avatara Buda'dan başkası değildir; bu, büyük sapkın mezhebin kurucusunu Vişnucu bir çerçeveye oturtmak üzere girişilmiş yürekli bir denemedir. Onuncusu, geleceğin "kurtarıcısı" Kalkin, at başlı olarak betimlenir: Bir tür mesih gibi, gelecekte dünyadaki düzeni tekrar kuracaktır.
Daha sonra, Hinduizm'in, çok uzun bir süre ilişkide olacağı İslâmiyet'in kalıcı etkisine uğrayıp uğramadığını saptamak için 12. yüzyıla bakmak gerekir. Çünkü bu tarihten itibaren, açıkça Hindu kökenli olan mezhep hareketleri İslâmiyet'ten etkilenmişe benzemektedirler: resimlerin kaldırılması, dinin saflaştırılmış görünümler benimsemesi, bazı mistik uygulamalar. Hinduizm ile İslâmiyet arasındaki benzerlikten söz eden modern yazarlar, Hindu çileciliği ile sûfi mistisizmini karşılaştırırlar. Bunda da haklıdırlar. Çünkü Hindu olguları İslâm'a bu derece yakın olmasaydı, İslâm'ın etkisinden söz edilemezdi. Bu kanıtı çürütmek güçtür. Ama yine de, belki Kabîr dışında ya da Kabîr de aralarında olmak üzere, kimisi melez daha modern mezheplerdeki Hinduist gelişmede, her şey, kesinlikle iç mantık ve harekete özgü güçle açıklanmak zorundadır. İslâm'dan alıntıyı açıkça yansıtan, az sayıda ve genellikle önemsiz birkaç Hindu metni vardır. Kısacası, kastları ve Hindu kurallarını pekiştirme yönünde herhangi bir mezhebin ortaya koyduğu tepki, bu etkiyi daha iyi gösterecektir.
Hinduizm'in başlangıcında, önem ve kutsallık bakımından "Söz Biçimindeki Mutlak" diye adlandırılan Veda'ya benzer başka bir metin yoktur elimizde. Veda sonrası Hindistanı'nın en eski belgeleri (Hinduizm'in ve dolayısıyla konumuzun dışında kalan Jainizm ile Budizm'in din kitaplarını bir yana bırakırsak) Büyük Destan ve onu izleyen Puranalar'dır. Bunlar, Veda'dan daha yeni belgelerdeki dili bile aşan modern bir dille kaleme alınmış Sanskritçe metinlerdir; ancak din öğelerinin geniş bir yer tutmasına karşın, dinsel metin sınıflandırmasına girmezler. Bu sırada Veda, en azından ad olarak Hindu inançlarının temeli olmayı sürdürmektedir. Kurgu ise, uzun süre ayrıcalıklı bir durumda Upanişadlar'a dayanacaktır; skolastik öğreti sınırları içinde kalan Brahmanalar ile Sutralar, yöntemler arasına alınmazlar.
Destan kahramanlarının çoğu, sözgelimi Rama'nın müttefiki, maymunlar ordusunun ünlü şefi becerikli ve sadık Hanumanta da süreç içinde, pek çok mezhebin ya da kentin kurucusu, prensler, hatta büyük yazarlar tarafından tanrılığa yükseltilmiştir.
Kozmoloji, böylece hem uzayda hem de zamanda derinlik kazanmıştır. Ancak kalpalar ya da "kozmik zamanlar" kuramı, Veda döneminde bilinmez. Bu kalpalardan her biri, yaratılıştan yıkıma dek geçen zamanı, bir dünya süresi olarak düzenlemiştir; süre Brahman'ın yaşamındaki bir güne eşittir. Dönüşü, bin "büyük çağ"ı kapsar. Her "büyük çağ" dört "çağ"a ya da yugalara ayrılır: "yetkin" çağ, üçüncü, ikinci ve kötü çağ (kali-yuga). Sonuncusu içinde bulunduğumuz çağdır ve M.Ö. 3102 tarihinden beri sürmektedir. Kali-yuga, klasik çağda varolan dharmanın "üç çeyreği"nin yitimi ile ötekilerden ayrılır. Bunun geçerli gerekçeleri savaşlar, felaketler, kötülükler ve çevremizde gördüğümüz erken ölümlerdir. Şimdiki insanlığın eğrisi, geçmişin ve geleceğinkinde de olduğu gibi "ara bozulma"ya -su taşkınlarını izleyen yangınlar" yol açan gerileyici bir evrimi belirtir. Süreçlerin sonunda, Brahman'ın yaşamının bitişi ile aynı zamana rastlayan "büyük yıkılma" (maha-pralaya) gelir. Yeni bir kozmik yumurta çatlayana kadar, dünya, türevsel bir işlem yoluyla Brahman'la birlikte ortadan kalkar. Bhagavata'da dendiği gibi "Dünya, iki Brahman dilimi sonunda öldüğü zaman, ilkel öğeye değersiz öğeler girer; zamanın baskısı altında gelişmişlik gelişmemişliğe döner, o zaman sen (Vişnu), Çeşa adını alarak yalnız kalırsın"
Bir başka geleneğe göre, Brahman, evreni on "manevi" oğlu (Prajapatiler) aracılığıyla yaratmıştır. Burada, yalnızca burada, mitolojik alana geçilmiştir. Ancak öteki öğretiler, doğrudan Brahman'ı ortaya çıkartan prakritiyi tanımazlar. Lingapurana'da bu şöyle dile getirilir: "Bilinç ve bilinçten doğan 'ben duygusu' benim tarafımdan yaratıldı; buradan içerdiği beş öğe, düşünce ve bedensel duyular, esir ve öteki özler ile su çıktı: Her şeyi kendi kendime yarattım."
Sahajiyalar tüm dini, erişilmez bir kadına duyulan sonuçsuz aşka benzer bir tanrı aşkında özetlemişlerdir. Ancak uygulamalarda bazı yozlaşmalar görülmüştür.
Söz konusu kutsal kitapların derlendiği çağda, kastları, yaşam biçimleri, ahlâk anlayışı, yaygın çoktanrıcılığı ile Brahmancı toplumun sağlam şekilde yerleştiğini biliyoruz. Ama Hinduizm, her ne kadar küçük prensliklerden destek almışsa da, tarih sahnesine çıkan ilk büyük hanedanlar Budizm'i kabul etmişlerdir. Bunlardan Mauryalar (M.Ö. 4.-2. yüzyıl) ve ünlü temsilcileri (üçüncü kral) olan Açoka (M.Ö. 264-226), parlak gösterilerle Budizm'i benimsemiş; imparatorluğun başlıca eyaletlerinde Budha'nın ahlâk ilkelerini, şiddetten kaçınmayı, itaati, saygıyı, tanrı sevgisini, erdemi öğreten fermanlar çıkartarak, bu dini halkına da benimsetmiştir. Açoka özel ritleri gereksiz ve anlamsız bularak eleştirmiş, dahası kan akıtılarak kurban vermeye karşı çıkmıştır. Öte yandan, kendini tüm mezheplerin koruyucusu ilan etmiştir. Mauryaları izleyen Çungalar muhtemelen yaklaşık M.Ö. 175'ten itibaren Hinduizm'i devlet dini olarak yerleştirmiştir. Vasumitra'nın büyükbabası tarafından Yunanlıların (Yavanalar) genç prensinin Sindhu Irmağı kıyılarında uğratıldığı bozgunu anmak üzere yapılan iki At Kurbanı Töreni bunun kanıtı olarak görülebilir. Ancak, yaklaşık aynı dönemde, Budizm'e belirgin bir sempati besleyen Hint-Yunan egemenliği, Hindistan'ın kuzeybatı sınırlarına iyice yerleşmiştir. M.Ö. 168-145 dolaylarının yöneticisi kral Menandros (Budist kaynaklarda Milinda), keşiş Nagasena ile felsefe sorunlarını tartışmış, kutsal emanet sandıkları ısmarlamıştır. Doğu ve Orta Asya'da derin etkilere yol açacak Yunan esinli Budha sanatı, işte bu yöneticilerin sarayında doğmuştur.