Esasen, önemli görevlere tayinlerde liyakat yerine, bizde genellikle şahsi dostluk, bağlılık, partiye bağlılık ve evet efendimcilik gibi vasıfların ön plana alınması, iş ve ülke adına daima kötü sonuçlar vermiştir.
Büyük devletimizi ve asil milletimizi savaş içinde Berlin'de temsil ettiğim yıllarda, çalışmalarımın ve siyasi tespitlerimin ne gibi şartlar altında ve nasıl bir çevre içinde yapıldığını anlayabilmek için, o zamanki Almanya'nın, Hitler'in şahsında şekillenmiş bir "nasyonal sosyalist" devlet olduğuna özellikle dikkat etmek gerekir.
Savaş içindeki Almanya'daki görevlerim sırasında, bir taraftan halkın musikiye bağlılığını ve konserleri kadın-erkek huşu içinde dinlemelerini hayranlıkla, diğer taraftan hava ordusunun göklerde, kara ordusunun da yerlerde kahramanca dövüşmesini takdirle tespit ederken; içte Nazilerin kabalıklarını ve gaddarlıklarını hayretle karşılamış, bu yüksek kültürlü, musiki ve sanat âşığı medeni milletin gerçek ruh haletini anlamaktan doğrusu aciz kalmıştım.
Nazi idaresinin haşinliğine, Führer'in büyük kumandanları birer birer atarak, birtakım ehliyetsiz dalkavukları kullanmasına ve ordu başkumandanlığını eline almasına, ordudan ve halktan bir tepki gelmemesini de açıklayamamıştım.
Saat 16.00'da Hitler'in karargâhına gittik.Hitler,dostça elimi sıktı.
"Türkiye ile Almanya birlikte savaşa girmiş olsalardı,savaş çoktan biterdi" dedi.
İnsanlık,mutlak bir gücün varlığını hissetmekteydi.Hitler'e göre papazlar bu duyguyu istismar ederek inanç ve akidelerini kabul etmeyenleri manevi ceza ile korkutuyorlardı.