How It Works Türkiye - Sayı 36 - 2021/10

How It Works Türkiye

How It Works Türkiye - Sayı 36 - 2021/10 Posts

You can find How It Works Türkiye - Sayı 36 - 2021/10 books, How It Works Türkiye - Sayı 36 - 2021/10 quotes and quotes, How It Works Türkiye - Sayı 36 - 2021/10 authors, How It Works Türkiye - Sayı 36 - 2021/10 reviews and reviews on 1000Kitap.
UYDULAR DÜNYA’YA NASIL DÜŞÜYOR? Yukarı fırlatılan çıkan her şeyin yere düşeceğini düşünürüz ama bu her zaman doğru değil. 17. yüzyılda Isaac Newton, yeterli hızla fırlatılan bir cismin yere düşmek yerine yörüngeye gireceğini ortaya koydu. Hava direnci olmasa teoride cisimler sonsuza kadar yörüngede kalabilir ama pratikte küçük miktardaki atmosferik sürüklenme cisimlerin hızını yavaş yavaş azaltıyor. Yani uydular Dünya’ya geri düşüyor ama süreç çok yavaş işliyor. Uydu ne kadar yüksekteyse Dünya’ya geri düşmesi o kadar uzun sürüyor. Bunun nedenlerinden biri, uzayda zaten düşük olan hava yoğunluğunun irtifa arttıkça çok daha fazla azalması, dolayısıyla hava direncinin de giderek azalması. Diğer bir neden ise yüksek yörüngelerdeki uydular alçak yörüngelerdekilerden daha yavaş hareket etmelerine rağmen daha fazla enerjiye (hız ve irtifanın bir fonksiyonu) sahip olmaları. Uyduları Dünya’ya döndüren şey hız kaybından ziyade enerji kaybı.
Yaralar nasıl iyileşiyor? Yaraların iyileşmesi dört evrede gerçekleşiyor: hemostaz, yangı, çoğalma ve yeniden biçimlendirme. Yunanca “kanı durdurma” anlamına gelen hemostaz, yaraları kapatmanın ilk önemli aşaması. Vücut ilk olarak kan kaybını en aza indirmek için etkilenen bölgedeki kan damarlarını daraltıyor. Daha sonra, etkilenen dokuya trombositler yapışıp etkinleşmeye başlıyor. Etkinleşen trombositler yarayı kapatmak için daha fazla trombositi bir araya gelmeye teşvik ediyor. Bu “tıkaç” yerine oturduktan sonra etrafında fibrin liflerinden bir ağ oluşmaya başlıyor. Bu lifler kan hücrelerini hapsediyor ve onarılana kadar yarayı kapalı tutan sağlam bir pıhtı oluşturuyor. Bu işlem sadece birkaç dakika sürüyor ve kanama durunca bölgedeki damarlar tekrar genişleyerek bağışıklık hücrelerinin bölgeye ulaşıp onarıma başlamasına olanak veriyor. Bu evreye yangı (enflamasyon) deniyor.
Reklam
ÇAY VE KAHVENİN KİMYASI Çoğumuz güne kahve veya çayla başlıyoruz. Sabahları onlar olmadan ayılamıyoruz, hatta bazılarımız gün boyunca kendini uyanık hissetmek için çay ve kahve içmeye devam ediyor. Arkadaşlarımızla otururken, iş toplantılarında ve randevularda sosyal aktivite olarak da çay ve kahve içiyoruz. Her gün dünya çapında 2 milyar fincan kahve ve 3,7 milyar fincan çay tüketiliyor. Bunlar dünyanın en popüler içecekleri. Hem çay hem de kahve, onlara aroma ve lezzet veren yüzlerce bileşik içeriyor. Ancak her ikisinin de en iyi bilinen bileşeni kafein. Kafein, merkezi sinir sistemimizi etkileyen ve bize o karakteristik “coşku” hissini veren bir uyarıcı. Altı çeşit çay var: siyah, yeşil, beyaz, oolong, sarı ve pu-erh. Bu çayların hepsi Camellia sinensis bitkisinden yapılıyor ama hepsinin tadı farklı. Bu fark, çay toplandıktan sonra yaprakların işlenme şeklinden geliyor. Siyah çay ve oolong çayı, yapraklardaki enzimlerin havadaki oksijenle tepkimeye girdiği oksidasyon sürecinden geçiyor.
AMAZON, EMDİĞİNDEN FAZLA SERA GAZI ÜRETİYOR Ormanlar Dünya atmosferindeki karbondioksiti emdikleri için iklim değişikliğini azaltmada önemli bir görev üstleniyorlar. Ancak insanlar, dünyanın en büyük yağmur ormanlarını sera gazlarına karşı savaşta işe yaramaz hale getirmiş olabilir. Amazon şu anda yılda 1 milyar tondan fazla karbondioksit salınımı yapıyor, yani emdiği karbon miktarından daha fazlasını atmosfere salıyor. Araştırmacılar, Amazon ekosistemindeki karbon dengesinin “büyük ölçekli insan müdahaleleri” nedeniyle değiştiğini belirtiyor. Bölgedeki karbondioksit salınımlarının çoğunun sorumlusu orman yangınları. Yangınların büyük kısmı tarım ve endüstri arazileri açmak için kasıtlı olarak çıkarılıyor. Sera gazlarındaki artış Amazon’da daha uzun, daha sıcak ve kurak mevsimlere sebep oluyor; bu da daha çok yangına ve daha fazla karbondioksit kirliliğine yol açıyor. Özellikle son 40 yılda daha fazla ormansızlaşan doğu Amazon, yağmur ormanlarının geri kalanından daha sıcak, daha kurak ve yangınlara daha yatkın hale geldi. Tüm bunların sonucu, bölgede daha fazla sera gazı salınımı meydana gelmesi ve fotosentez yoluyla karbonu tekrar emecek ağaçların azalması.
GENOMUNUZUN %10’UNDAN DAHA AZI MODERN İNSANLARA ÖZGÜ Yeni bir araştırmaya göre genomunuzun %10’undan daha azı modern insanlara özgü, geri kalanı ise Neandertaller gibi eski insan akrabalarımızla ortak. Araştırmacılar ayrıca modern insanlara özgü DNA bölümünün beyin gelişimi ve beyin işlevleriyle ilişkili genler bakımından zenginleştiğini keşfetti. Bu bulgu gösteriyor ki bizi atalarımızdan genetik olarak ayıran asıl şey, beyin gelişimi ve işlevlerine yönelik genler. Ancak insanlarla Neandertaller arasındaki biyolojik farklılıklar açısından bu bulgunun ne anlama geldiği açık değil. California Üniversitesi’nden biyomoleküler mühendislik doçenti Richard E. Green, “Bu, gelecekteki araştırmaların çözmesi gereken büyük bir soru.” diyor. “Ama en azından artık nereye bakacağımızı biliyoruz.”
KARADELİĞİN ARKASINDAN GELEN IŞIK GÖRÜLDÜ Gökbilimciler ilk kez bir karadeliğin arkasından gelen ışığı tespit ettiler. Böylece Einstein’ın haklı olduğu bir kez daha kanıtlandı. Araştırmacılar aslında 800 milyon ışık yılı uzaktaki I Zwicky 1 galaksisinin merkezinde bulunan süper kütleli karadelikten gelen X ışınları üzerinde çalışıyorlardı. Ancak karadeliğin önünden gelmesi beklenen X ışını patlamalarının yanı sıra, ilk başta anlayamadıkları bir yerden gelen “ışıklı yankılar” da tespit ettiler. İşin garip yanı, bu ışık patlamaları karadeliğin önünden gelen patlamalardan daha küçüktü, daha geç geliyordu ve renkleri farklıydı. Araştırmacılar kısa süre sonra bu yankıların karadeliğin arkasından geldiğini fark ettiler. Einstein’ın genel görelilik teorisine uygun olarak, karadelik uzayzamanı büküyor ve ışığın karadeliğin etrafında dolaşmasını mümkün kılıyordu.
Reklam
19 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.