Ruh, bedene istemeden girer, giderek bedene alışır sevgi ile bağlanır ve ünsiyet kazanırsa da asıl vatanını düşündükçe hüzünlenir ve ulvi âlemi arzu etmeye başlar.
Yüce ruhlar tevazu sahibidirler ve hep iyilik yaparlar. Alçak ve zayıf ruhlu kimseler ise kendilerine gerektiğinden fazla değer verirler. Bunlar, üç damla su ile ağzına kadar dolan vazolara benzerler.
Birincisi doğruluğunu apaçık olarak bilmediği hiçbir şeyi kabul etmemek, acele ve peşin hüküm vermekten kaçınmak ve verdiği hükmün şüphe barındırmamasına dikkat etmek.
"Hakikati arayanın, hayatında bir defa bütün şeylerden gücü yettiği kadar şüphe etmesi gerekir... Kendilerinde en ufak bir şüphe belirtisi bulacağımız şeylerden hayatımızda bir kez şüphe etmeye koyulmadıkça, onlardan kurtulabileceğimizi gösteren hiçbir belirti yoktur... Bunun için kendilerinden şüphe edilebilen bütün şeylere yanlış gözüyle bakmak da faydalı olur."
Tanrı'nın yaptığı şeyleri, niçin yaptığına aklın gücü yetmez. Hatta evrende, gücümüzün yetmediği pek çok şeyi görmemiz, Yaratıcı'nın varlığına bir delildir. İnsan, tabiatı gereği aciz ve sınırlı, Tanrı ise sonsuz ve gayesi bilinmeyendir.
İnsanda adeta iki cephe vardır: Biri bedene çevrilmiştir ve ister istemez bedenin tabiatı ve onun prensiplerine benzer ki bu kuvve-i âmiledir; diğeri de yüce âleme çevrilmiştir ve kuvvetini üstün âlemden alır ki o da kuvve-i âlimedir.