Yirmi yıl önce çocukluğumu hatırlamazdım, ama şimdi aksine çok iyi hatırlıyorum, çünkü insanlar bir daire içindeler ve yaşadıkça başladıkları noktaya geri dönüyorlar.
“İnsan duygusunun başıdır korku. Korku her şeyi siler. Korku olmasaydı, köpekler sahiplerinin karşısında boyun eğmezdi. Onları susturan kırbaçların korkusundan başka bir şey değil."
Saint Antoine her zamanki kasvetli havasına boğulmuştu. Soğuğun, açlığın, cehaletin, pisliğin havasıydı bu. Mahalledekiler birbirlerine çok benziyordu. Gençlerin yüzü yaşlılarınkiyle aynıydı. Çocuklar acının ses verdiği birer cüce gibiydiler. Hem küçük hem büyük, herkeste aynı şey vardı “Açlık" Açlık her canlının alın yazısı gibiydi, tüm duyguyu isteği bastırmıştı açlık illeti. Köhnemiş evler, ipte asılı paçavra giysiler bile şikâyetçiydi açlıktan. Açlık dumanı tütmeyen bacaların üstüne yuva yapmış, ekmeğin kırıntısı bile bulunmayan fırınları işgal etmişti. Çürümüş etlerden yapılan sucukları satan bakkalın adı da açlıktı...