Direk sevdiğim paragrafları aşağıya bırakacağım.
"Beni soruyorsanız şayet, ben huzurun aileyle geçirilen, gün ışığının beslediği bir kahvaltı kadar basit olduğunu düşünürüm. Bir ağır ceza hakiminin huzurla ilgili büyük beklentileri olamaz zaten.
Bir yanlışa yanlış diyerek ayağa kalkamıyorsan terk edeceksin makamını. Allah hesabını sorar. O küçücük gördüğün, hakkını fütursuzca ezdiğin, önemsemediğin, kaygısızca beşeriyetine inanmadığın insan, öte tarafta devleşir ve yanında amiyane bir sinek gibi kalırsın, büzülürsün, utanırsın; bir asalak gibi acizleşirsin. Akıllıysa insan şayet birazcık, ister mi böyle bir şeyi?”
Hiç kimse sınanmadığı günahın masumu değildir,” demişler. İlk başta fazlasıyla basit duran bu sözü bilhassa çok düşünürdüm. Gençlik yıllarında asıp kesen, esen gürleyen, çağlayan ve sınırlarından taşan taze beyinlerin, saf yüreklerin, dik duruşların neden bu denli fazla; fakat iş gerçeklerle yüzleşme noktasına geldiğinde omurgasına dokundurmayan kesimin neden bu kadar azınlıkta kaldığını düşünürdüm.
Tehditler bir ağır ceza hâkimi için sıradan, bayağı, çoğu zaman kulak arkası edilecek kadar önemsiz detaylardır. Adımınızı atmadan önce bu işe, zaten bilirsiniz nelerle karşılacağınızı..."