İkizim Söyledi Ben Yazdım kitaplarını, İkizim Söyledi Ben Yazdım sözleri ve alıntılarını, İkizim Söyledi Ben Yazdım yazarlarını, İkizim Söyledi Ben Yazdım yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
2001 yılında Karakutu Yayınları ile çıkarılmış kitap
247 sayfalık bir deneme kitabı. Fotoğrafçılık yeteneğiyle ön plana çıkan Merih Akoğul reklam ajanslarında ve radyolarda çalışmasının yanı sıra birçok dergide yazı ve şiirleri yayınlanmış.
Yetmişi geçik çeşitli konularda yazı başlıkları var eserde. Şiir, aşk, ayrılık, ölüm, yalnızlık, müzik üzerine olsun, kentin gri renkli soluk mutsuz insanlarına dair izlenimler iyi tasvir edilmiş. Ve gezip gördüğü birçok ülke, şehir yolculuklarının Merih Akoğul'a aldırdığı notlarla da son buluyor kitap.
Bazı yazmış olduğu deneme yazılarını çok beğendim. Bazı konular okurken sıktı. Özellikle yurtdışında dolaştığı yerleri bizlere anlatırken; 'Vay be ne güzel yerler varmış. Keşke bende oralara gidip gezebilsem bir gün..' diye hayal ettirdi insana gerçekten.
Deneme türünde okunabilecek bir kitap bence 'İkizim Söyledi Ben Yazdım'.. Eski basım olduğu için sahafçılarda gözünüze ilişirşe inceleyip bakabilirsiniz. Yazarın sayfa 103'de savaşın karanlık, acımasız ve gözyaşı hikayeleriyle dolu yüzünü çok güzel anlattığı alıntısıyla incelememi bitiriyorum..
"Askerlere güveniyorduk, hep en çaresiz anlarımızda. Hepimizin bronzdan dökülmüş; gidişlerde mağrur ve cesur; dönüşlerde yorgun ve üşümüş askerlerimiz vardı. Onları tuhaf bir biçimde seviyorduk. Atıkların kaynak sularıyla birleşmesi gibi, savaşlarla oyunlar da birbirine karışmıştı. Gülerken ansızın ağlıyorduk, gözyaşlarımız ise birdenbire kuruyordu.."
Kısa tatillerde kısıtlı olanaklar ve taksitli turlarla; ya da gençlik uçtuktan sonra, emekliliğimiz gelip dünyayı görmenin gereğine inandıktan sonra çıkarız yollara. Yollar, şehirler; yani anılarımız bir film şeridi gibi geçer uçakların, otobüslerin pencerelerinden..
Artık saklanamıyoruz kendimizden. Aynalarda, camlarda bir başka yansıtıyoruz geçmişi. Ama yine de bizi çok sevsinler istiyoruz. Biliyoruz, bazı yaralar hiç iyileşmiyor..
Gelenek mi yoksa genetik bir kod mu, bilinmez ama; bizler genelde acıların altını çizmek ve onları ağıtlarla bezemekte ustayız. Sevinemeyiz, sevinmeyi beceremeyiz..
Kimdik, neydik; bu sonsuz tiyatro sahnesinde hepimiz bir hiçtik. Yaşadıklarımız, tecrübelerimiz, her şey önemini yitirmişti. Ne dağ, ne tepe; tatlı bir poyrazla dalgalanan bir deniz gibiydi yeryüzü..
Biliyorduk; gitmek isteyip gidemeyeceğimiz yerler; sevip, bizi hiç sevmeyecek kadınlar; hiç dinleyemeyeceğimiz ve de dinleyip sıkılacağımız müzikler olacaktı hayatımızda..
Yine çocuklar.. Gezip dolaşandan çok, çalışan çocuklar var. Oysa onların, bu saatlerde okulda olması gerekiyor. Ellerinde çekirdek sepetleri, boya sandıkları, sakız kutuları, ayaklarına bir-iki numara büyük gelen dökme plastikten ayakkabılarıyla..
Saatler dursa da, çalışsa da değişen bir şey yok. Sanki hiç acelesi olmayan bir Edip Cansever şiirinde, ağır çekim, adını unuttuğumuz bir mevsimi yaşıyoruz..