İçtimaî ve siyasî hayatta vaz geçilemez bir fazilet örneği gibi tutunmuş ve yerleşmiş kelimelere yol üstünde rastladıkça, hoşa gitmeseler bile kalıp hâlinde atılamadıkları için, mânâlarına inmek ve değiştirmek, bugünkü rejim kavgalarının dahi tuttuğu dikenli ve dolambaçlı yolu teşkil etmektedir. "Demokrasi" ile en küçük ilişiği olmayan rejimlerin "halk demokrasileri ve cumhuriyetleri" sözünü kullanmaktan vaz geçememeleri, yukarda anlatılan halin ibret verici misâllerinden biri olsa gerektir.
"Mal ömrün huzur ve asayişi içindir, ömür mal cem'eylemek için değildir!" demişti Sadi. Yaşamaktan murat huzur ve selâmet içinde ömür sürmek olduğuna göre, iktisadî faaliyet o gayenin emrine lüzumlu vasıtaları -geçim imkânlarını- hazır tutmakla mükellef demektir. Bu madûn mevkii aşarak, başlı başına bir gaye olmak iddiasile diğer kıymetler üstüne sivrilen kazanç faaliyeti anormal, marazî bir bünye gelişmesinden (hypertrophie'den) farksızdır. Böyle bir gelişmenin yükleyeceği ağırlık altında ezilmek, hüviyetini kaybetmek korkusunu doğurur.
Nüfuz ve iktidar sahiplerini oldumolası mal ve servet peşinde koşturan saikleri alelâde kâr ve rantabilite ölçüsünden büsbütün başka maksatlarda aramalıyız. Bunlar yerine göre: Siyasî hayatta pâye ve itibar sahibi olmak; debdebe ve saltanat sürmek; ünvan ve asalet satmak; nam ve nişan peşinde başkalarile yarışmak vs...
Görülüyor ki, kadim çağlardan beri aristokrat (muharip ve hâkim) tabakanın imtiyazlarını birinci planda tutmayı itiyad edinmiş olan muhafazakâr ve ananeci ahlâk telâkkisi, ister dosdoğru iktibas yolile alınmış, ister mümasil şartlar altında kendiliğinden türemiş olsun, türk-islâm düşüncesine ve siyaset dünyasına yabancı kalmamıştır.