Vergilerin sürekli olarak ağırlaşması, topluluğa ait toprakların yağma edilmesi, kentlerin çoğunun yıkımını çabuklaştırıyordu ve kent yapısının gittikçe artan ön çatlaklarını derinleştiriyordu.
Dinlerin biçimleri, ayinleri, efsanelerin konusu değişik olmakla birlikte, dinsel öğretilerin temeli aynı kalıyordu; çalışanlar söz dinlemeli, boyun eğmeliydiler, yoksa bu dünyada ya da öbür dünyada tanrılar kendilerini cezalandırırdı. Binlerce dinsel öğreti, daha o zamandan, otoritelere boyun eğmemiş olanların tanrısal cezası olan cehennem kavramını; yeryüzündeki acıların, üzüntü ve güçlüklerin ödülü olarak cennet kavramını özünde taşıyordu. Rahipler, kendilerini, halk yığınlarını çeşitli araçlarla, zenginlerin iktidarının tanrıdan geldiğine inandırmaya adıyorlardı.
Çalışma, her zaman, toplumsal bir olgu olmuştur. Tek başına bir bireyin çabaları, tüm topluluk yaşamının ayrılmaz bir parçasını oluşturmuştur. Topluluk üyelerinin çalışma için biraraya gelmesi, bireyin düşüncesinde ve bilincinde, kendisini, toplulukla aynı ve bir tutmaya, topluluğun gereksinmelerine boyun eğmeye ve kendisini yalnızca topluluğun bir üyesi saymaya götürüyordu. Ve bu ortaklaşa
çalışma yüzündendir ki, insanlar birbirleriyle iletişimde bulunmak, konuşmak gereksinmesini duydular.
Müslüman öğretisi Arapçadaki bağışlama, ferağ, tevekkül ve sadıklar (müminler) anlamlarına gelen "İslam" ve "müslümanlar" (müslim) sözcüklerine değin, yürürlükte olan sömürü ve köleleştirme rejimini onaylıyordu.Müslümanlann kutsal kitabı Kuran, servet eşitsizliğini,
Allah tarafından konulmuş ve bu yüzden de değişmez bir kural olarak ele alır. Hıristiyanlıkta olduğu gibi İslamiyet de,
yoksullara, yeryüzündeki acılarının ve sefaletlerinin avuncunu öteki dünyada aramayı öğütler.