Mecûsiler Ebû Hanîfe
Hazretleri’ne;
“Ya İmam, görmediğin Allah’a nasıl ibâdet
ediyorsun” diye sordular.
İmam-ı A’zam Ebû Hanife Hazretleri onlara
her şeyi çok basit bir üslûpla anlattı:
“Deniz içindeki bir vapurun, yüzlerce dalga
arasında rahatlıkla bir sahile doğru gittiğini, bu dalgaların onun istikametini değiştirmediğini
görseniz, bu ustaca yüzdürülen vapuru, bu
deryada yüzdüren ve fevkalâde bir maharetle
onu idare eden bir zatın yani kaptanın var
olduğunda tereddüt eder misiniz?” deyince onlar
hepsi birden “hayır” dediler.
İmam-ı A’zam
bunun üzerine:
“Öyle ise; şu yıldızlar, şu koca kâinat, şu küre-
i arz âdeta bir denizin içinde, hem de ahengi
bozulmadan yüzüyor; bunun kendi kendine
olmasına nasıl ihtimal verebiliyorsunuz?” diye
sordu.
O halde bu yıldızların, bütün âlemlerin, seyrini
idâre eden onları düzen içinde yürüten büyük bir
kaptan vardır. Bunun üzerine Mecûsiler,
“Lâ
ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah.”
dediler.
Öğrencilerine dâima nasihat ederdi.
Öğrencilerini kendisine emsal ve dost gibi tutar,
onlara bütün ruhunu ve kalbini verir, şöyle
derdi:
“Sizler benim kalbimin sevinci ve hüznümün
tesellisisiniz, üzüntülerimi gideriyorsunuz.”
İmam-ı A’zam, Kûfe’de emin, güvenilir olarak
tanınan bir kişiydi. Halktan birçokları şahitsiz,
senetsiz ona, paralarını, kıymetli eşyalarını
bırakıp giderlerdi. Ve yine zamanında
emanetlerini noksansız alırlardı.
İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe görüşlerinden
dolayı işkence gördü, dedikodulara hedef oldu.
Valilerden, halîfelerden zulüm gördü. Fakat
hiçbir zaman eğilmedi gerçekleri söylemekten
çekinmedi. Talebelerine, mezhebine uyanlara da
bu yönden de iyi bir örnek oldu.