Bu soruyu ben de önceden düşünmüştüm, çok güzel cevap :)
***
Bir gün İmâm-ı Rabbânî’ye bir şahıs mektup yazıp: “Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bir defa sohbetine katılıp sahâbî adını alan insanlar, sonraki dönemde yaşayan evliyanın en üstününden daha üstün kabul ediliyor. Bu insanlar, Hz. Peygamber’le bir sohbet sayesinde evliyanın hâllerinden daha üstün hâllere mi ulaşıyorlar?” diye sormuştu. İmâm-ı Rabbânî ona cevaben bir mektup yazıp: “Bu sorunun cevabı yazıyla verilemez, yanımıza gelmeniz lâzım.” dedi. O şahıs, bir süre sonra İmâm-ı Rabbânî’nin yanına gelip sohbetine katıldı. Daha ilk sohbetinde tarifi mümkün olmayan yüksek manevî hâllere kavuştu. İmâm-ı Rabbânî onu yanına çağırıp: “Bugün senin mektubundaki soruna cevap vermiş oldum, anladın mı?” dedi. O şahıs İmâm-ı Rabbânî’nin eline sarılıp cevabını aldığını belirtti.
İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî’nin vahdet-i vücûd ehlinden ve bu düşünceden ayrıldığı temel konu şudur: Vahdet-i vücûd ehline göre âlem Allah’ın isim ve sıfatlarının gölgesidir, ancak bu gölge asıldan farklı değildir. Ahmed Sirhindî’ye göre de âlem gölgedir. Ancak bu gölge, asıldan farklıdır. Bir şeyin gölgesi onun aslı olamaz. Âlem gölge olmakla birlikte gerçek bir varlığı bulunmaktadır, hayal ürünü değildir.
Bir başka ifadeyle, vahdet-i vücûd ehli, âlem (evren) için dört sıfat zikrederler. Onlara göre âlem; “vehim”, “hayal”, “aynadaki yansımalar” veya “gölgeler”dir. Nitekim Abdurrahman Câmî bir şiirinde bunu şöyle ifade etmiştir: “Kâinâttaki her şey vehim veya hayal veya aynalardaki akisler veya gölgelerdir.” İmâm-ı Rabbânî bu sıfatlardan son ikisini (akis ve gölge) kabul eder. Ancak, ilk ikisinin (vehim ve hayâl) kullanılmasına gönlü razı olmaz. Bunların yanlış anlamaya müsâit olduğunu düşünür. Çünkü halk, “hayal” kavramını hiçbir gerçekliği olmayan ve zihnin ürettiği bir şey olarak algılar. “Eğer âlem ve insanlar, zihnin ürettiği bir şey ise âhiretteki mükâfat ve ceza kime olacaktır?” sorusu cevapsız kalacaktır.
“Hakikat, şerîatın hakikatinden ibarettir. Hakikat, şerîattan farklı bir şey değildir. Tarikat, şerîatın hakikatına ulaşmaktır. Yoksa o, şerîat ve hakikattan farklı bir şey değildir.”