Kapitalizm, parayı en yüce değer saydı ancak para, insanın mutlu olmasına yetmedi. Hayatın tesadüfi olduğu ve insanların da tesadüfi kavgalarla ayakta kaldığı düşünüldü. Böyle olunca da insan, yok olmamak için diğerlerini yok etmeye çalıştı. Kapitalist dogma, evreni bu şekilde algıladı. Halbuki semavi bakış, evreni amacı ve anlamı olan bir sistem şeklinde tasavvur edip, insana Yaratıcı'ya yaklaşma amacıyla hayatını şekillendirmesi gerektiğini telkin etti. Ancak kapitalizmin hakimiyetiyle bu değerlerin yerini maddecilik ve bencillik aldı ; neticede kavga, şiddet ve mutsuzluk arttı.
Antika bir eserin kıymeti demirciler çarşısında bir lira ise, antikacılar çarşısında bin liradır. O eseri kıymetli kılan şey, aidiyeti ve taşıdığı semantik, anlamsal değeridir. İşte insanı da kıymetli kılan evrenin yaratıcısıyla olan bağı, mensubiyeti ve taşıdığı anlam boyutudur.
Sayfa 25 - Timaș Yayınları, 1. Baskı (2009)Kitabı okudu
“Varoluşun farkında olan ve öleceğini bilen tek canlı, insandır. Ölüm korkusu insan davranışlarını belirleyen bir korkudur. Öldükten sonra yok olacağını düşünen kişi, aynı zamanda tesadüfen var olduğuna da inanan kişidir. Bu düşüncedeki bir kimse, sahip olduklarını kaybetme korkusu yaşar. Yaratıcı'ya inanmıyorsa hesap verme duygusunu da taşımaz ve sonuçta bencilleşir. “Dünyaya bir defa geldim ve hayat geçici, her şey boş” diyerek kazanımlarını çılgınca tüketmeye yönelir. Hayatı anlamsız gören kişinin yaşamak için sebebi kalmadığında, toplumsal katılıma sırtını döner.”
... Evren insan için "pişme, yanma, olma" laboratuvarıdır. Laboratuvarda kendini kalıcı hisseden ve sonrasını (ölüm ötesi) düşünmeyen kişi, misafirliğini unutan yolcu gibidir.
Sayfa 45 - Timaș Yayınları, 1. Baskı (2009)Kitabı okudu