"İnsanoğlu, her adımını mezardan uzaklaşmak için atar. Yine de her adımda mezara biraz daha yaklaşır. Her nefesini ömrü uzatmak için alır fakat yine de her nefes alışta ömründen bir nefes eksilir."
Şane ger kâkülünün bir teline verse zarar,
Çüb-t simşad biten yerleri sûzân ederim.
(Tarağın, saçının bir teline zarar verse,
O tarağın yapıldığı ağacın yetiştiği yerleri yakarım.)
Utanma ve aşırı isteme arasında gidip geliyordu. İki mıknatıs arasında kalmış bir metal parçası gibiydi... Bu ızdıraptan bir an önce kurtulmak istiyordu.
İnsanoğlu, uygar dünyanın rahatlık ve lezzetlerine ne kadar alışırsa alışsın, yine arada sırada ilkel insanlar gibi, kırlarda oturmak isteğini bütün bütün unutamıyor.
Bilmem gecenin haline hiç dikkat ettiniz mi? Yeryüzüne bir kere karanlık çöker,odanın kapısı ve pencereleri bir kere kapanır da yalnızlığın vahşeti zihni ve kalbi ele geçirir,varlıkla yokluğun hiçbir farkı kalmaz.Ne tarafa baksa göz,hiçbir şeye rastlamaz,hiçbir şey işitilmez;hatta dostla düşman bile ayırt edilemez.İnsan bu durumda ve bu şartlar altında uyuyabilirse,Beliğ’in “canımı vererek bu alemden ucuz kurtuldum.” mısrasını tekrarlayarak mezara girenler kadar mutludur.
(Hatta kendilerini insan zanneden, ama gerçek araştırılınca bitkilerden farkları, sadece kendi istekleriyle yer değiştirebilmekten ibaret bulunan birtakım beylerimiz de ötede beride rastladıkları hanımlara yeşillenmeye çalışırlar.)
Yumuşak başlılığı ve şefkati sayesinde, yaradılışında da zaten var olan saflık ve nezaket o kadar kuvvetlenmişti ki, terbiyesine ve davranışlarına bakanlar kendisini âdeta bir melek zannederlerdi.