Üzerinde kısa bir manto ve kırmızı bir etek
vardı. Rath el salladı ve kadının
kendisini gördüğünde nasıl gülümsediğini fark edince, sevinçten az
kaldı yoldan geçen ilk yayaya sarılacaktı.
"Üç gün boyunca işçi semtlerinde
sanki iç savaş vardı . Neden?Sadece
sizin Emniyet Müdürü komünistlere
kızıl Berlin'de kimin lafının
geçtiğini göstermek istediği için.
Devleti destekleyen ve devlete düşman kızıllar arasında, polis aygıtının
da kötüye kullanıldığı
bir iktidar kavgası bu. Bu arada
insanların ölmesini de sineye
çekiyorlar!"
"Bu çok eski bir adettir: Derdi
olanın, likörü de vardır," diye
tumturaklı bir laf etti.
Weinert de, kahveyi hazır
bekleyen iki fincana dökerken, "E,o
zaman Behnke'nin bayağı dertli bir
hayatı var, demek ki," diye hüküm
kesti.
Gözünün önüne devamlı resimler geliyordu, onları aklından çıkaramıyordu.
Ağır çekiç. O çelik sütune bağlanmış eli.
Parçalanan kemiklerin sesi. Kendi kemikleri. Dayanılmaz acı. Birleşip, tek bir büyük çığlığa dönüşen bağırmaları. Baygınlık. Sonra bedeninin uç noktalarını çekiştiren acılarla bu karanlık geceden sıyrılmıştı. Fakat içine ulaşamamışlardı, onları oradan uzak tutmuştu.
Wolfgang Schorlau ve Volker Kutscher'in siyasi polisiye yazarlığı benim için tartışılmaz... gerçekten bu alanda iyi eserler yazdıkları konusunda sabit fikirliyim...
Volker Kutscher'in kaleminden çıkan bu eserdeki hikaye, 28 Nisan 1929'da Berlin'de başlıyor, I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında karmaşık bir dönemde
"Hayat her zaman insanların sandığı kadar kolay değil. Dostluk dediğin ne ki? İnsanın her tanıdığı dost değildir. Dost, insana hiçbir zaman kazık atmayana, zor günlerde de yanında durana denir."