"yoksulluk zulme benzer, yoksulluk zulm üretir, bilmez misin Necm? Bana zaferimin tanımını verdiğinde, son ucu dünyadan zulmü kaldırmak diyen sen değil misin? Yoksulluğu kaldırmadan zulmü nasıl kaldırırım?” İsmail de bu bağlantıyı şimdi konuşurken kuruyordu, yoksul mahallerinde dolaşırken acıma duygusunun yarattığı zihni mesele, şimdi onun kendi göreviyle doğrudan ilişkili bir mesele haline gelmişti, devam etti: “Yani şimdi ben bütün dünyanın şehirlerini zapt etsem, bütün dünyanın burçlarına Ehl-i Bcyt’in bayrağını diksem, bu mesele azalmaz, bunu mu demek istiyorsun Necm?” diye sordu. “Evet," dedi Necm, “tam da bunu söylüyorum. ....
.... Yoksulluğun kaynağı biziz İsmail, senin bağlantınla, zulmün de kaynağı biz oluyonız böylece.” “O kadar uzun boylu değil,” diye itiraz etti İsmail. "Nasıl peki?” diye sordu Necm. "Sen de söyledin ya,” dedi İsmail, “bu işin bir son ucu var, orada düşmanlıklar bitecek, kılıca da, ordulara da gerek kalmayacak.”"Bu,” dedi Necm, “Hazreti Mcvlana’nın denizler ötesi dediği yer. Ama böyle bir yer yok. Buna sen inanıyorsun ama, böyle bir yer hiç olmayacak. Sen zannediyorsun ki, bütün dünyaya bayrağını diktiğinde, her yer dikensiz gül bahçesi olacak, o zaman kılıçları satıp yoksullan doyuracağız. Bu güzel bir masal, İsmail. Ama bir masal, o kadar. Senelerdir sana bunu anlatmaya çalışıyonım. Bu senin dediğin olsaydı, dünyaya gerek kalmazdı ki. Kimse zulmetmezdi, kimse günah işlemezdi, kimse kötü bir şey yapmazdı ve dünya da sınav yeri olmazdı. O zaman dünyaya ne gerek?