İsmet İnönü, Sebahattin Selek'in derlediği anılarının birinci kitabında genel olarak askeri okul yıllarından, orduya girdikten sonra Hicaz, Suriye, Yemen ve Anadolu garp cephesi kumandanlığı anılarından bahseder. Genel olarak askeri manevralar ve sonuçlarını aktardığı ve tartıştığı bir kitap olmuştur.
Bir zaferden sonra ordu içinde muharebeyi kazanan benim, bizim kıtaatımızdır, yahut sizsiniz, sizin kıtaatınızdır gibi bir yarışma başladı mı, bu konuşmalar bir dedikodu halinde, ufak rütbeden büyük rütbeye kadar, ordu içinde herkese sirayet eder. Ben, muharebe esnasında kıtaat arasına yayılan bu çeşit dedikodulardan son derece ürkerim. Çünkü muharebe şerefini paylaşmak yarışı, bir hastalık, kıta kumandanları ve subayları arasına girerse, az bir zamanda, kıtaatın birbirine yardım etmesi ve birbirinin başarısını tamamlaması gayreti söner. Bu hal bir ordu için son derece tehlikelidir.
Şimdi Uşak’tayız. İzmir'e doğru harekete devam edeceğiz. Her taraf yanıyor. Topları ile, tüfekleri ile düşman kıtaları geliyor. Uğradıkları yerleri bir şey bırakmaksızın yakıyorlar. Halk canını dağlara atarak, köylerin, şehirlerin dışına kaçarak kurtarabiliyor. Her tarafı yangın kaplamış. Bir akşam vakti Banaz'dayız. Karargâhımla oraya henüz yeni gelmiştim. Geç vakit bir ufak kafilenin, bir esir kafilesinin Banaz’a getirildiğini gördüm. Kafile içinde bir tümen kumandanı varmış. Yunan kumandanını bana getirdiler. Yanında bir de tercüman var. Vazifeniz nedir, diye sordum. Ben karargâhın önünde, dışarıda ayakta duruyorum. Kafileyi seyrediyorum. Filan tümenin kumandanı, dedi, kendisini tanıttı. Etraftaki yangım gösterdim:
«Niçin yakıyorsunuz, muharebede böyle şey var mı?» dedim. «Şimdi siz bir tümen kumandanısınız. Bu kıtaat sîzindir. Sizi Divanıharbe veririm ve kurşuna dizerim. Harp kanunları, her türlü kanunlar bunu emreder. Halka böyle muamele yapılır mı?»
Ben sözlerimi bitirince, Yunan Kumandanı tercümanına beni sormuş, bu adam kimdir, demiş. Cephe Kumandanı İsmet Paşa, demişler. Bunu duyar duymaz hemen selam vaziyetine göçti. Bana selam verdi. Çok özür diledi. Söz dinletemiyoruz, orduda zaptırapt kalmadı, herkes bildiğini yapıyor, hiçbir suçumuz yoktur, dedi. Velhasıl uzun boylu özür diledi. Pekâlâ dedim, bıraktım. Yapacak başka bir şey yok.
1 Nisanda Mustafa Kemal Paşadan cevap aldım :
«İnönü Muharebe Meydanında Metristepe'de Garp Cephesi Kumandanı ve Büyük Erkânıharbiye Reisi İsmet Paşaya
Bütün tarihi âlemde sizin İnönü Meydan Muharebelerinde deruhde ettiğiniz vazife kadar ağır bir vazife deruhde etmiş kumandanlar enderdir. Milletimizin istiklal ve hayatı, dahiyane idareniz altında şerefle vazifelerini gören kumanda ve silah arkadaşlarınızın kalp ve hamiyetine büyük emniyetle istinat ediyordu. Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz. İstila altındaki bedbaht topraklarımızla beraber bütün vatan, bugün, müntehalarına kadar zaferinizi tesit ediyor. Düşmanın hırsı istilası azim ve hamiyetinizin yalçın kayalarına başını çarparak hurdehaş oldu.
Namınızı, tarihin kitabei mefahirine kaydeden ve bütün milleti hakkınızda ebedi minnet ve şükrana sevk eden büyük gaza ve zaferinizi tebrik ederken, üstünde durduğunuz tepenin size binlerce düşman ölüleriyle dolu bir meydanı şeref seyrettirdiği kadar milletimiz ve kendiniz için şaşaayı itila ile dolu bir ufku istikbale de nazır ve hâkim olduğunu söylemek isterim.
Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal