Erkeklerin bir fikir, bir duygu, süslü bir ütopya peşinde aklını kaybetmeye hazır oldukları bir ülkede kadınlar, mantık ile dengenin o faydalı erdemlerini temsil ederler.
"İspanya’nın bütün o parlak görüntüsü geliyor aklıma şimdi:
Castilla ile Etremadura’nın susuz,
ağaçsız ve baştan aşağı taşla dolu
yüksek yaylası;
Endülüs ile Valencia’nın portakal,
limon ve muz ağaçları ile
dolu güleç ve sıcak ovaları;
uzun boylu, kuru erkekler, kokulu saçlarında kule gibi yükselen tarakları
ve onların üstünde dalgalanan
siyah şalları ile kadınlar;
limonluklar, boğa güreşleri ve rengârenk panayırlardan yükselen uğultu;
Cordoba ile Sevilla’nın gölgeli iç avluları
ve kafesleri arkasından yükselen,
sırf acı ve ölümden ibaret, nağmeleri uzun Arap müziği; yaseminler, gübre ve çürük meyvelerden çıkan koku; camiler, serin kiliseler, müslüman sarayları...
Uğultulu ve rengârenk sokaklarda çarmıha gerilmiş İsa'lar, Murillo’nun kara gözlü serseri çocukları, Velasquez'in acılı ve mağrur cüceleri, Goya’nın serserileri, dilencileri, Greco'nun ince, dik ve
meşaleler gibi yanan vücutları...
Bütün İspanya ışıldayıp kıpırdıyor,
açık kuyruğu ile iki deniz arasında
gezinen erkek bir tavus-kuşu gibi..."
Hayat, trajiktir. Filozofların ya da güzellik tutkunlarının teorileri için eğlence ya da oyun aracı değildir o. Mücadeledir. Ya yersin seni ya da yerler. Hayat, insan etini tatmış, onu çok lezzetli bulmuş, artık gözü doymayan bir dişi kaplandır.