Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Kadife Karanlık 2: Ayna Şövalyeleri 21. Yüzyıl İle

Louis Althusser

Kadife Karanlık 2: Ayna Şövalyeleri 21. Yüzyıl İle Sözleri ve Alıntıları

Kadife Karanlık 2: Ayna Şövalyeleri 21. Yüzyıl İle sözleri ve alıntılarını, Kadife Karanlık 2: Ayna Şövalyeleri 21. Yüzyıl İle kitap alıntılarını, Kadife Karanlık 2: Ayna Şövalyeleri 21. Yüzyıl İle en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
..Örneğin çok televizyon izleyen bir kişi için, komşusu televizyonda gösterilene uygun bir görüntüdeyse, ekme etkisi daha fazladır. Ya da çok televizyon seyreden kadınlar, televizyondaki şiddet eylemleri kurbanlarının çoğunun kadın olduklarını izlediklerinde, “çift doz etkisi” altındadırlar. Televizyonun yargısı, hayattaki gerçekle örtüştüğünde, etki aynı değil, iki katıdır çünkü Gerbner’e göre televizyon gerçeği yansıtmaz, o bizzat kendi olarak bir dünyadır. Böylece kadınlar sokakta salt kadın oldukları için daha kaygılı olarak dolaşırlar.97 Bu da, televizyonun ektiği kültürün pekişmesine ve artmasına yardımcı olur. Böylece, kişiler ne kadar fazla televizyon izlerse, o kadar çok ana-akıma dahil olurlar ve televizyon kökenli kültürel tanımlamaların etkisinde davranış kodları benimsedikleri açığa çıkar. Gerbner, örneğin, televizyonda sık sık şiddet içerikli suç ve cinayet üzerine dramalar izlemenin, toplum içerisindeki suç eylemleri ve bunun polis tarafından Önlenmesi ve kontrolü hakkındaki abartılı algılayışlarla sıkı sıkıya bağlantılı olduğunu iddia eder.
“ Çok televizyon seyretme, “Acımasız Dünya Sendromu”na yakalanma olasılığını arttırır. Gerbner, “Bunun anlamı, üç saat bu televizyon karşısında oturuyorsanız, daha az televizyon seyreden komşumuza göre daha fazla şiddet altında yaşayacağınız ve buna bağlı olarak da daha fazla şiddet eylemi gösterebileceğinizdir. Televizyon en kötü korkularınızı harekete geçirir ve paranoyaklaştırıcı bir etkisi vardır.”84 Demektedir. Çok fazla televizyon seyretmenin bir diğer sonucu, şiddetin normal ve problem çözmenin etkili bir yolu olduğu düşüncesini insanlara aşılamasıdır. Çok daha yaygın bir etkisi ise televizyonun acıya ve kurban olma durumuna karşı duyarsızlaştırmasıdır: Şiddet eyleminin sonuçlarını anlama yeteneğini kaybetme, empati kurma, karşı koyma ve protesto davranışları göstermeme.
Reklam
Haberler yeterince olumsuzdur, ama romanlar, filmler ve prime-time televizyonu da bir o kadar akıl hastası insanları cilalanmış, güçlü ve duygusal hikâyeler içine sarıp sarmalayarak aynı eğilimleri sürdürür. Popüler kurguda, “zihinsel durumlar” şiddet suçlarını tetikler. Televizyonda onlar şiddete başvuran ve ölümcüldürler, hem drama hem de komedilerde. Batman’in düşmanları Jokerive Penguen, “delidirler”. Hatta çocuk edebiyatı akıl sağlığı bozuk kötülerle doludur. Harry Potter kitaplarında, bir karakter “çılgın”(mad) olarak adlandırılır ve bu yüzden onunla karşılaşan herkes için bir'tehlikedir. Gerbner’e göre, “televizyonda, kadınları erkekler kadar şiddet saçan kişiler yapan tek nitelik, akıl hastalığıdır.” Prodüktörler, ucuz ve dış pazara kolay pazarlandığı için stereotiplerden sıkça faydalanırlar. Wahl’e göre “Bir gösterimde bir karakterin arka planının inşası için çok fazla zaman yoktur. Akıl hastalığı böylece bir motif oluşturmada çok kullanışlı bir stereotipe dönüşür.”109
Şiddet ve cinsellik doğal televizyon kategorileridir. İmaja ve görüntüye dayalıdırlar. Kompleks diyaloglar veya kapalı kültürel kodlar içeren yapımlar küresel pazarda iyi dolaşamazlar. Böylece, basit, kanlı ve çıplak lehine sürekli gelişmekte olan küresel bir pazar söz konusudur. Ucuz üretim ve kolay dağıtım. Şiddet, karın en emin yoludur. İzleyicilere uygulanan kamuoyu araştırmalarında, şiddet içeren programlara ilginin az olduğu görülür, aynı şekilde Hollywood yapımcıları da şiddet içeren yapımları sevmezler. Fakat söz konusu “her bin izleyiciye düşen maliyet” (the cost per thousand viewersCPM) olduğunda, şiddet üretimi ya da alımı zorunludur. Reklamcılarda aynı şekilde, ürünlerinin bu tip yapımlarda görünmesini istemez fakat CPM faktörü yine devrededir. Pazar güçleri çok reyting alan programları yüksek bütçelerle yaptıklarında, bunların reklâm maliyetleri de çoğu reklâm verenlerin karşılayamayacağı kadar fazla olmaktadır. Gerbner, bazı yüksek reytingli programların, reklâm alamadıkları için yayından kaldırıldıkları ı belirtir.“)l Son olarak, (her ne kadar kamuoyu yoklamalarında aksi söylense de) izleyiciler şiddet içeren programları seyretmektedirler. Böylece seyirciler, reklamcılar, program yapımcıları, pazar güçleri ve yazarlar düşünüldüğünde hepsi birlikte ortak bir kültüre ve medya yapısına dahil olurlar.
Gerbner’in çalışmalarına yön veren temel hipotezi, kültürel imgeleme yoğun olarak maruz kalmanın, izleyicilerin gerçeklik kavrayışına etki edeceği yönündedir. Ekme hipotezi, televizyon seyretmenin yaşam boyu süren kümülatif etkisini belirten etkili argümanlardan birisidir.46 Gerbner, sistemli biçimde televizyon dünyası ile gerçek dünyanın farklılıklarını açığa vuran bir araştırma yürütmüştür. Araştırma sürecinde, Gerbner, “sembolik imha” adım verdiği bir fenomene dikkatini yoğunlaştırmıştır. Örneğin bu fenomende, temel sosyal gruplar (beyaz, yetişkin, erkek, orta sınıf) aşırı bir şekilde temsil edilirken, diğerleri neredeyse görmezden gelinir.47Gerbner, bu kitlesel çarpıtmanın televizyon izleyicilerinin bir bütün olarak dünya görüşünü nasıl etkilediğini ölçmeye çalışır. Onun çalışması, televizyon dünyasının en fazla çarpıtıldığı noktalarda, çok televizyon seyredenlerin televizyonun gösterdiği şekliyle dünyayı tanıdıkları ve bu dünyanın, gerçek dünyadan farklı olduğunu belirtir. Bu sahte dünyanın “ekilmesi” ve ona göre davranılmasını sağlayan iki mekanizma, Gerbner ve arkadaşları tarafından “ana akıma dahil etme” ve “rezonans” olarak kavramlaştılır.48 Bu hipotezin bir araştırma stratejisiyle test “edilmesi ekme analizi” olarak adlandırılır. Hipotezi, “Ekme Analizi” olarak adlandırılan araştırma stratejisi ile test etmek “Ekme Kuramı”na doğru acılan bir kanı olmustur.49
“Fetişistik” karakteri nedeniyle ideoloji, toplum ve kendi “gerçek varoluş koşulları” arasında bir yarılmaya neden olur, gerçeği yerinden çıkararak, yerine “üretim ilişkilerin türeyen” ve zora dayanan bir ilişkiyi geçirir. Toplumun kendi gerçek varoluş koşullarının üzerini örter, kendi kurguladığı gerçekliği toplumsala yansıtır. Toplum bu yansımada, bu aynada kendini görür, imgesini yakalar. Egemen yapı maddi ideolojik aygıtlarını kullanarak yanılsamalı imgesel ilişkileri tüm topluma dayanır. İdeolojinin varlığı bu ilişkilerin her toplumsal pratikte yeniden-üretilmesi sürecine bağlıdır. Bu bağlamda “rıza üreten” ideolojik aygıtları ve “zorla boyun eğdiren” baskı aygıtlarını kullanır.
Reklam
Yaşadığımız dünyayı, koşulları anlamlandırmanın ve dönüştürmenin yollarının arayan eleştirel bir düşünüş bağlamında ideoloji egemen iktidarın denetiminden çıkmamamız için süreğen olarak bizi aldatan bir sistem olarak görülebilir. Yani ideoloji bizde yanlış bir bilinç üretir ve tüm diğer ideolojik aygıtlar bu yanlış-bilincin yeniden üretimine yardımcı olur. İdeoloji temel olarak toplumsal gerçeği kurgular, “gerçek” yaşam koşulları ile ideolojinin yansıttığı gerçek arasındaki bir yarılma vardır. Sorunsal ideolojinin varoluşunu ve işleyiş biçimini de açıklar. Sorunsalı bir ters çevrilme, yanılsama yaratan bir süreç olarak ele alan görüş ideolojiyi olumsal olmayan bir açıdan tanımlar, bu tanımlamalar genellikle ideolojiyi “yanlış bilinç” olarak ele alır.
1979 yılında yapılmış bir çalışma”, izleyicileri yoğun bir şiddet ve cinayet gösterimine tabi tutmuşlardır. Böyle yaparak, yoğun izleyişlerin, etrafımızı saran dünyanın gerçeğinden çok daha kötü algılanmasına yol açtığı saptanmıştır. Başka bir saha araştıması, New Jersey’de 450 orta öğretim öğrencisi arasında yapılmış, %73 oranındaki çok televizyon seyreden öğrenciler ile, %62 oranındaki az seyredenlere herhangi bir hafta içerisinde ne kadar şiddet eylemi olduğu sorulmuş ve “televizyon cevabı” sorgulanmıştır. Araştırma sonucunda, yoğun izleyicilerin sokakta yalnız yürümekten daha fazla korktuğu ve gerçekte ciddi cinayetlere karışan insanlar sayısında abartılı görüşleri oldukları saptanmıştır. Bu örnekler, analizin sistemli bir biçimde medya içeriği içerisindeki hakim mesajı ve konuları nasıl tespit ettiğini (içerik analizi) ve sonra da mesajların yoğun izleyicilerler arasında benzer “eğilimler” oluşturup oluşturmadığı tespiti için ayrı bir alımlayan araştırması yapımını (ekme analizi) ortaya koyar. Ve Gerbner’e göre, televizyon içeriğinin, mesajlarıyla, gerçekliten çok daha “tutarlı” bir biçimde davranış ve eğilimleri “ektiğini” gösterir.59 Gerbner için, “Televizyon, dünyaya açık bir pencere ya da onun bir yansıması değil, aksine bizzat kendi içinde bir dünyadır?“
Televizyon dünyası, gerçekliğin dengelenmiş ve tektipleştirilmiş betimlemelerini sağlayan bir araç olarak tanımlanır. Televizyon, yoğun izleyiciler olan bireylerin, televizyonda gördüklerinin gerçek olarak algılamasını sağlar ve bu kişilerin görüşlerini ve inançlarını çarpıtır.
Gerbner’in “hikâyelerin” Öneminden bahsederken belirttiği gibi, çoğu kez “gerçeğin” değil, imgelerin gölgesinde hayatı değerlendiririz. Bu imgeler önyargıları, batıl inançları, cahil bilgelikleri zihinlerde yaşatır. Bu noktada, bilişsel süreçleri yönetmede oldukça başarılı olan bir araç, televizyon, değerlendirme kaynağı imgeleri oluşturmada, kimden korkulacağı, kimin haklı ya da haksız, güçlü ya da güçsüz olduğu yanılsamalarını dikte etmede oldukça başarılıdır. Böylece aslında, televizyonun şiddeti bire bir kopya edilerek tecrübe edilmez, ama önce korku yaratılır ve korkuyla yaşayan insan, şiddet içeren baskı politikalarına destek verir ya da kendi şiddet patlamasını en yakınındaki komşusuna veya okul arkadaşına yöneltir. Bugün A.B.D., cinayetin en fazla işlendiği ve suç oranının en yüksek olduğu ülkedir ve televizyondaki şiddet gösterimi, dünyadaki en yüksek oranlara sahiptir.
15 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.