Eğer zihninizi sakinleştirmek ve özgün saflığını ona geri vermek isterseniz, bir kavanoz çamurlu suyu arındırıyormuş gibi hareket etmelisiniz, önce onu, tortular dibe çökene,su berraklaşana kadar bekletirsiniz ki bu, zihnin
onu bozan arzular tarafından karıştırılmadan önceki durumuna tekabül eder. Sonra dikkatlice saf suyu süzersiniz...
Zihin sükûnet bulduğunda VE kusursuz birliğe konsantre olduğunda, o zaman her şey müstakil hallerinde değil, birlik halinde görülecektir, burada arzuların gireceği bir yer
yoktur ve bu, Nirvana’nın gizemli ve tarif edilemez saflığıyla tam bir uyum içindedir.
Günümüz dinsel jargonunda “ahlâksız” kelimesi neredeyse sadece tensel açıdan zevke düşkün insanlar için kullanılmaktadır. Açgözlü ve hırslı olanlar, saygı uyandıran sert insanlar, iktidar ve makam hırslarını idealistçe bir ikiyüzlülüğün arkasına saklayanlar, sadece ayıplanmamakla kalmaz, erdemlilik ve tanrısallık örnekleri olarak desteklenir. Kurumsal kiliselerin temsilcileri, savaşlar ve devrimler yapmak için en çok çaba sarfeden insanların başlarına haleler kondurmakta, sonra da oldukça ağlamaklı bir şekilde, dünyanın neden böyle karışıklık içinde olduğunu merak etmektedir.
Kızım, kendine iki hücre inşa et. İlki gerçek bir hücre olsun ki böylece gerekli olmadıkça ya da komşuna olan sevginden dolayı olmadıkça koşuşturup konuşmayasın.Bunun ardından, her zaman yanında götürebileceğin manevi bir hücre inşa et; bu, kendini gerçekten bilmenin
hücresidir; burada Tanrı’nın sana olan iyiliğinin bilgisini bulacaksın. Bu ikisi gerçekte tek bir hücredir ve eğer bir tanesinde yaşarsan diğerinde de yaşamalısın; aksi halde
ruh ya umutsuzluğa düşer ya da haddini bilmez. Eğer sadece öz-bilgi içinde yaşarsan umutsuzluğa düşersin; eğer sadece Tanrı nın bilgisi içinde yaşarsan, haddini bilmezlik seni baştan çıkartabilir. Bir tanesine diğeri eşlik etmelidir
ki böylece kusursuzluğa erişesin.
Tüm yaşamını kendini başkalarına adadığın, hiç bencil olmadığın inancıyla geçirdin. Başka hiçbir şey, kendini beğenmişliği, kişinin benliğine duyduğu sevgiden pekâlâ bağımsız olduğu ve kendini daima cömertçe komşularına adamış olduğu yönündeki böylesi bir içsel tanıklık kadar yoğun besleyemez. Ne var ki başkalarınaymış gibi gözüken tüm bu adanmışlık, gerçekte senin kendine olan adanmışlığın. Kendine olan sevgin daimî bir kendini kutlama noktasına ulaşıyor ki bu sevgiden bağımsızmış gibi hissediyorsun; tüm duyarlılığın, kendinle daha az tatmin olmayasın diye; tüm vicdanî çekingenliklerinin kökünde bu var. Seni bu kadar istekli ve duyarlı yapan şey, “Ben”.
Hem Tanrı’nın hem de insanların senden daima memnun olmalarını istiyorsun ve Tanrı’yla olan tüm ilişkilerinde kendinden memnun olmak istiyorsun.