İslâm'da belki aklı aşan hüküm vardır, fakat akla aykırı hüküm yoktur, söylemini hatırdan çıkarmamak gerekiyor.
Şuraya geliyoruz: Felsefeye özgü terimlerle İslâm'ın yerini belirleyemeyeceğimiz gibi, izm'lere İslâmî düşünce tarzı içinde bir yer biçmeye çalışmak da abes bir çaba olacaktır. Geniş anlamda tüm izm'leri akılcı bir başlık altında toplamak mümkün olsa bile buradan İslâm'ı tanımlamaya yol bulamayız. Çünkü İslâm kendini Vahiy'le tanımlar, felsefe görüşleriyle değil.
Hâsılı: Tarihin hükmü diye öngörülen anlatımın, kişinin değer yargısının tarihî denen olaya ve kişiye yansıtılmasından başka bir anlama gelmediğini söylemiş oluyoruz. Bu bakımdan, Müslüman'ın tarih hakkındaki hükmü ile başkasının hükmü arasında fark bulunması doğaldır.
Abdülhamid Han'a "Kızıl Sultan" yaftasını tarih yapıştırmadı, gene falan kimseye "kahraman" veya "kurtarıcı” sıfatını yakıştıran da tarih değildir; insanlardır. Fakat insanlar, kendilerine ait hükmü veya yakıştırmayı "tarihin hükmü" diye sunarak onu gayrişahsî, nesnel ve neticede herkese zorunlu olarak benimsetilebilecek bir görüş diye kabul ettirmek istiyor. Aynı dünya görüşünü paylaşanlar için kahraman sayılan biri, karşıt görüşlüler için pekâlâ hain sayılabilir.
İnsan, ilerde kendi görüşünü paylaşacak, ona sahip çıkacak neslin yetişmesi için sürekli, kesintisiz bir hazırlık içindedir. Bu yüzden bugün kahraman veya hain diye anılan kimselerin, yarın bu sıfatlarla anılmamasını güvenceye ala-
cak bir merci yoktur.