Arkasına bile bakmadan koştu. O hep koşardı. Kalbini acıtsa da, kaçmak için mükemmel bir yoldu... Bu sefer kahkaha atmıyordu. Yine ağlıyordu. Ağlamaktan nefret eden bir kız için ne büyük bir ironiydi. Gözyaşları koştuğu zemine birer inci tanesi gibi düştü. Ayaklarıyla ezdi insanlar. Onları kıymetsiz kıldı. Eslem'i kıymetsiz kıldı...
Bazen insan sadece tanıdığı birine benzemekten korkardı. Bazen de insan bu düşüncesinin hissiyle bile hayatının güzel yanlarını siler,atar ,kendini törpülerdi.
Bazen insan sadece tanıdığı birine benzemekten korkardı. Bazen de insan bu düşüncenin hissiyle bile hayatının güzel yanlarını siler atar, kendini törpülerdi.
... eski Enes olmuştu. Babasının suçunu üstlenen, erkekliğin onursuzlukla başlamasından korkan, saçları karman çorman, uykudan yeni uyanmış... Ovalarken elleriyle gözlerini, daha esnemeden çığlık atan... Küçücük ellerini yumruk yapan ve kocaman bir dağa doğru savuran... O dağ ki, adı baba... O dağ ki, ne gidilebilir, ne delinebilir, ne içine sığınılabilir...
"Anne?"
"Buradayım..." dedi o ihtiyaç duyduğu ses. "Benim yaramaz kızım, başına ne iş açtın yine?"
"O. " dedi genç kız sızlanarak. "O beni öldürmek istiyor. Hayır, aslında o beni yaşatmak istiyor. Ölümden daha korkunç, anne.
Yaşamdan daha güzel..."
“Bu adamı seviyordu. Öyle hoşlanmak falan değildi. Bu adamı prenses elbiselerinden, kumdan kalelerinden, çizgi filmlerinden, balonlardan, hatta asla vazgeçemeyeceği çikolatalı pastadan bile çok seviyordu. Ve en önemlisi… Ona güveniyordu.”