Bütün varlığın büyük bir aşkla döndüğünü; durağan, cansız ve ölü, hiçbir şeyin olmadığını gören ne gözler var. Mevlâna, yedi asır önce, “Herşey dönüp dururken, ben nasıl dururum?” dememiş mi?
...
Öyleyse bu aşkla ve dünya boyutlarını aşan bir ümidin şevkiyle mest olmak varken, dedim-dedi gereksizliklerine takılıp kalmak nedendir?