Elena deniz mavisi gözleriyle Edward’ın gözlerinin içine baktı ve zaman anlamını yitirmiş bir haldeyken “Edward seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun, ama beni sevdiğini şu an tam da gözlerimin içine bakarken neden haykırmıyorsun?” diye kalbinden geçirdi.
Edward da, Elena’nın kendisinden tam olarak ne beklediğini biliyordu. Ama buna cesaret edemiyordu. Bir kez “Elena seni seviyorum” diye haykırsa, Kan Kılıcını ve Ateş Ejderhalarını bulmak için buralardan gidemezdi.
Edward tekrar ayağa kalkmaya çalışırken, bir anda kör edecek bir parlaklık gözünün önünde belirdi. Gözlerini hızlıca kapatıp tekrar açtığında, gökyüzünde alev çıkaran bir ejderha suretinde bir ışık parlamasının kendisine doğru hızlıca geldiğini gördü. Gördüğü şeyin kendisine zarar vereceğini düşündüğünden istemsiz bir şekilde sağ eliyle korunur gibi yaptı. Kalabalık Edward’ın yüzüne çarpan ışıktan rahatsız olduğunu düşünüyordu. Edward, herhangi bir şey olmayınca, gökyüzüne doğru baktı. Az önce gördüklerini sadece kendisinin gördüğünü, ayağa kalkması için bağıran kalabalıktan anlamıştı. Edward tekrar ayağa kalktı. Ama gördüğü ejderha suretindeki ışıktan sonra bir şeylerin değiştiğinin farkına vardı. Edward az öncesine kadar yerden kalkamayacak kadar güçsüz hissederken, şimdi kendini çok iyi hissediyordu. Vücudunda giderek artan bir güç vardı. Hissettiği güç ona, korkudan ziyade zevk de vermeye başlamıştı. Edward bu gücü anlamlandırmaya çalışırken, Serasus’un “Edward bırakıyor musun?” sesiyle kendine geldi
milliyet.com.tr/kultur-sanat/al...