Kanuni - Kılıcın Yapamadığını Adalet Yapar

Okay Tiryakioğlu

Kanuni - Kılıcın Yapamadığını Adalet Yapar Posts

You can find Kanuni - Kılıcın Yapamadığını Adalet Yapar books, Kanuni - Kılıcın Yapamadığını Adalet Yapar quotes and quotes, Kanuni - Kılıcın Yapamadığını Adalet Yapar authors, Kanuni - Kılıcın Yapamadığını Adalet Yapar reviews and reviews on 1000Kitap.
Derin bir iç geçirdi Süleyman Han, "Evet Kral Lajos," dedi, hâlâ yüreğinde kanadığını sezdiğim o incecik yarayla, "işte ne krallığın ne de o müthiş özgüvenin kurtarabildi seni. Ama dünya böyledir, haddini bilmeyeni, haline kanaat etmeyeni mutlaka helak eder. Yunus'un şu misraları geliyor aklıma: "Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm, Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi..."
Sayfa 275
"Biz seni uyanık bilirdik..."
O günlerde şehirde bir olay yaşanıyor ki yine, aklımdan hiç çıkmıyor. Kenar semtlerin birinde oturan yaşlı bir kadın doğrudan huzuruma çıkma talebinde bulununca haliyle geri çeviriyorlar. Ancak o kadar kararlı bir tutum sergiliyor ve feryad ü figan ediyor ki ihtiyar, nihayet hassa muhafızlarından biri çaresizce silahtarağaya, o da başçuhadara bildiriyor. Neticede mesele öğle ezanı sırasında bana geliyor ve kadını huzuruma getirmelerini söylüyorum. Yılların, yüzüne perişanlığın o ısrarlı çizgilerini kalın bir spatulayla kazıdığı yaşlı kadın, yeniçeri isyanının sebep olduğu başıbozukluk ortamında bir gece uyurken evinin soyulduğunu ve bu olaydan benim sorumlu olduğumu iddia ediyor. Üzerindeki tarumar entariye, eprimiş ama tertemiz yaşmağındaki yıllanmışlığın izlerine bakarak soruyorum, "Şu yaşında uykunun gafletinden başını kaldıramazsın da, evin soyulduğu için gelir bizden hesap sorarsın ha? Neden bu kadar derin uyursun anacım?" Kadın hiç beklemiyor, azıcık dahi tereddüt etmiyor. Alnı bir fırtınanın örselediği gri topraklar gibi buruşuyor, kararıyor sanki; "Kusura bakma Padişahım," diyor, "biz seni uyanık bilirdik, onun için evimizde rahat uyurduk." Bu cevap, beynimin orta yerinde koca bir balyoz gibi iniyor. Başım, uğultulu sert rüzgârlarla dönmeye başlıyor. Kısa bir sessizlikten sonra, "Haklısın," diyorum, gözlerimi kaçırarak, "tebaamdan sorumluyum, haklısın... Mallarının zararının tüm bedelini şahsi malımdan karşılayacağım ana."
Sayfa 231
Reklam
O anda duyduğum sevinci ve gururu tarif etmeye kelimeler yetmezdi. Çünkü Süleyman Han, yaptığı işe inanan insanların serinkanlılığıyla kullanıyordu kılıcını. Etrafındaki tüm bu kanın ve yıkımın dışında bir yerlerden gelmişti sanki. Daha önce hiç göğüs göğse muharebeye girmemiş olmasına rağmen, askerinin sorumluluğundan aldığı güçle devleşmiş, gerçekten de 'muhteşem' tanımına askerinin gözünde de hak kazanmıştı. Eşsiz görkemi içinde o kadar kendine has ve başkaydı ki, bu genç mareşale hayran olmamak mümkün değildi.
Sayfa 270
Kan oluğunda Osmanlı kılıçlarında gelenek olduğu üzere küçük bir öğüt yazıyordu: "Ey cengâver, nefsine güvenme!" İnsanın tüm hayatına yayacağı bir düstur olarak aklının bir köşesine yazması gereken bu nasihati tekrarlayarak, "Şimdi burada bir sen varsın Allah'ım." diye fısıldadım. "Yalnız sen ve iraden. Ben artık yokum, zaten hiç olmadım ki..."
Sayfa 267
"Ama yaklaşan karanlık öyle bir güç uyandırırdı ki bazen, o son anın, aslında boşa harcanmış bütün bir ömür gücünde olduğunu bütün şiddetiyle anlardı insan."
Sayfa 266
İnsan kendi hayatının daracık sınırlarını ve ölümün soğuk yüzünü gördü mü, anlatılan tüm o öykülerde, harbin bu dehşetine değinilmekten özel olarak kaçınıldığını da 'idrak' eder. Çünkü 'bilmek' çoğu zaman üstünkörü haberdar olmak, çeşitli yollardan ulaşan zayıf bir duyumdan ötesine geçememektir ne yazık ki. Ama idrak etmek öylesine farklıdır ki, arkaik Frenk ressamlarının parlak renklerin içindeki uyanışını andıran bir filizlenme duyar insan, zihnini alacakaranlığında. (...) Buğday tarlasında ilerleyen mutlu bir çiftçinin rahatlığıyla askerlerimizi biçiyorlardı. Arada kendilerinden bir ya da iki kişi de atlarıyla birlikte yere yıkılıyor, kan ve ölü bedenlerin boğucu karanlığı içinde kaybolup gidiyorlardı. İşte buydu savaş, iki taraf için de gelecek adına hedeflenen onca şeyden bir hamlede vazgeçme zorunluluğuydu; dehşetin, bilinen tüm anlamlarının, olanca ağırlığıyla üzerinize yıkılmasıydı. Kahramanlık denen o muğlak kavramın, gerçekte iki taraf için de geçerli olduğunun anlaşılmasıydı. Ölenin de, öldürenin de, o son anda, kimin haklı ya da kimin haksız olduğunu bilemediğini açıkça görmekti savaş. Azıcık insafı ve zekâsı olan herkes için kıyım sonrası korkunç bir hiçlik duygusunun hücum edeceğinin çaresizce bilinmesiydi de... İşte buydu savaş...
Sayfa 266
Reklam
295 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.